Bu akıma dair aklıma gelen bir örnek: eğer yirmi yıl önce Amerikalıların yüzde 60'ı düzenli olarak aileleriyle birlikte yemek yiyorlardı, ama şu anda Amerikan ailelerinin sadece yüzde 20'si sofrada buluşuyor.
Çoğumuz patronlarımız, iş arkadaşlarımız veya müşterilerimizle günlük ilişkilerimizden doğan sıkıntıların altında eziliyoruz, birçoğumuz da bu sıkıntıları cep telefonlarımız ve dizüstü bilgisayarlarımızla gittiğimiz her yere götürmek üzere yanımıza alırız; evlerimize, hafta sonu gezintilerimize, tatilde otellerimize: ofisimizden hiçbir zaman ona bir telefon veya kısa mesajla ulaşamayacağımız kadar uzaklaşmayız, her zaman insanların emrine amade oluruz. Sürekli ofis ağına bağlı olduğumuzda, pazartesi gününe yetişmesi gereken bir rapor veya proje üzerinde cumartesi ve pazar çalışmamak için bir bahanemiz olmaz. Mesai bitiş saati asla gelmez. Bir zamanlar evi işten, çalışma zamanını, boş zaman veya dinlenme zamanı denilen kavramdan ayıran o çok kutsal sınırların hepsi silindi. Dolayısıyla hayatın her anı bir seçim anına dönüşüyor; kariyer ile ahlaki sorumluluklar arasında, işle ilgili görevler ile bizim zamanımıza, şefkatimize, ilgimize, yardımımıza ve desteğimize ihtiyaç duyan insanların talepleri arasında ciddi, acı verici ve hayatımızı etkileyecek seçimler yapmamız gerekiyor.