"Kütüphaneler hayatı boyunca onun tesellisi, en sevdiği yer olmuştu. Her şeyden önce onu karşılayan kokuyu seviyordu. Eski kâğıtların, ciltli kitapların ve antika kütüphanenin değerli kokusunu. Kendine özgü, rahatlatıcı bir kokuydu."
Manastırlarda el yazması kitaplar, hem muhafaza edilir hem de çoğaltılırmış. Scriptorium adı verilen bu çoğaltma merkezlerinde, hangi kitapların rafa alınacağına, hangilerinin çoğaltılacağına karar veren, yetenekli ve bilgili yöneticilere ise ‘armarius’ deniyormuş. Bugün itibariyle geçmişten günümüze biz okuyucuların da alıp okuma durumuna göre,
o kütüphaneler ne o yörelere aitti ne de o yörelerin bilgi merkeziydi. O yörelerde herhangi bir okuma alışkanlığın dan, yazılı edebiyat dünyasından söz etmek mümkün değildi, kitap fazlasıyla lükstü ve o dünyanın ulaşamayacağı bir yerdeydi.
Ancak tüm bu gerçeklerin yanında bir başka gizli gerçek de vardı;
o kütüphaneler, o kitaplar, yöreyi zenginleştirmek, kültürel olarak güçlendirmek ve daha dinamik hale getirmek için değil, tersine var olanı da asimile ederek yok etmek içindi. O kütüphanelerde Kürtçe bir tek kitap, satır, dize, söz yoktu, Kürtleri oldukları gibi anlatan, yazan, gösteren hiçbir yazılı mevkute ya da belge yoktu.
🕊 Büyüklerle beraber olmanın lezzeti, rahmeti, bereketi başkadır.
Yaşlılar evin huzuru, kalp hanesinin bereketi, dünya âleminin kandilleridir.
Yaşlılarımızı, yalnızlığa terk edişimiz aslında bizim ruhlarımızı terk edişimiz olduğunu gönlümüz görmez hale geliyor.
Büyükler, geçmişi geleceğe taşıyan kütüphaneler gibi bilgilerini bizlere aktarırken, Allah’ın onların kalbine ihsan ettiği rahmetle aramızda bağ oluşuyor.
Bulunduğumuz mekânlar bereketlenirken, ruhumuzda bu bereketten nasipleniyor.
Kitap âşığı, hâfızası çok kuvvetli, ne sorulsa cevap vermeye muktedir, kafasında kütüphâne taşıyan ayaklı kütüphane âlimleri anlatan bu eser tavsiyeye lâyık. Kitaba, ilme karşı iştiyâkı arttıracak bir muhtevâsı var. Müellif Dursun Gürlek Hocamız her âlimi kısaca tanıtıyor, hayatından anektodlara yer veriyor ve her bölümün sonunda o âlim ile ilgili onu tanıyanlar tarafından yazılmış makalelere yer veriyor. Böyle âlimlerin tercüme-i hallerini okumak insanı gayrete getireceğinden son derece faydalı. Eser güzel ancak Dursun Hocamıza küçük bir tenkidim var. Kitapta âlimlerin isimlerini zikrederken isminin sonunda "efendi" ifâdesini kullandığı gibi "bey" ifâdesinide kullanıyor. "Bey" ifâdesinin âlimler için kulmanılmasının münâsip olmadığını düşünüyorum. Keşke kitap boyunca "bey" kelimesini hiçbir âlim için kullanmasaydı. Hepsi için "efendi" yi veya "üstad" gibi ifâdeleri kullansaydı. Meselâ Ahmed Naim Efendi'ye "Ahmed Naim Bey" demesi beni rahatsız etti. Diğer âlimlerin isminin sonunda geçtiğindede rahatsız oldum. Üstad Kadir Mısıroğlu bir sohbetinde sûal okunurken suâl soran kişinin Mustafa Sabri Efendi için "Mustafa Sabri Bey" demesini "Bi defâ bey denmez. Ulemâya efendi denir. Yâni, Cumhuriyet terbiyesi bu. Ulemâya bey denmez." diyerek tenkit etmişti.
Velhâsıl-ı Kelâm güzel bir eser, tavsiye ederim.