Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Öğle güneşi altında bakkaldan yada iskeleden kan ter içinde eve dönerken bu yola girer girmez, kuytu yeşil ormanların gölgeli serinliğiyle ferahlardık.
Olacak mı?
Günlerimiz olacak Daha nice yıllarda. Hep beraber seninle, En güzel bir baharda, Bir uzun yazda. Günlerimiz ... kah Ada' da kah Boğaz' da. Kuytu bir yolda -bütün böğürtlen,kocayemiş­ Dudaklarımız birleşivermiş ... Akşam, Köprü üstü kalabalık, Başın, omuzumda artık. Ufukta hilal, gökte yıldızlar. Günlerimiz olacak, Mesut, bahtiyar.
Reklam
Sırr-ı MİM
. . . م . . .‎ Yolcusunu beklerken sağ işaret parmağı ile havaya “mim” harfini çiziyor. Önce, bir ada gibi, kuytu gibi, ıssızlığını işaretler gibi, bir yıldız gibi, sır gibi, sevdasının gözünü çiziyor. Mim, bir gözdür. . . . Sevgilinin ağlayan gözü. Sonra bu gözün kenarından aşağılara sızan bir damla yaş gibi, mim’in ince elini çekiyor...
olacak mı, lütfen olsun çünkü. .
“Günlerimiz olacak Daha nice yıllarda. Hep beraber seninle, En güzel bir baharda, Bir uzun yazda. Günlerimiz... kah Ada'da kah Boğaz'da. Kuytu bir yolda -bütün böğürtlen, kocayemiş- Dudaklarımız birleşivermiş... Akşam, Köprü üstü kalabalık, Başın, omuzumda artık. Ufukta hilal, gökte yıldızlar. Günlerimiz olacak, Mesut, bahtiyar.”
Sayfa 97 - Can Yayınları
"... BEATRIZ- Bir tohumun yaşadığı hayatı ya­şıyordum, yapayalnız, kendi içime kapanmış, kendi varlığımın tam ortasına ekilivermiş. Bir ada gibi yalıtılmış ... JUAN - Hiçbir insan ayağının değmeyeceği bir ada, ana rotalardan ırak ... Yalnız, yapayalnız ... Zamanın enginliğinde yitip gitmiş, kendi kendisinden çıkamamaya yargılı. BEATRIZ- Uykuda ... Hiçbir anısı, hiçbir ar­zusu olmadan. Toprağa iyice kök salmış. Kendi içinde kökleşip kalmış ... Daha sonra ikiye yarılı­ verdi dünyam. Bir ot gibi söküp çıkarıverdin beni topraktan. Kestin köklerimi, fırlatıp attın hava­ya. Senin gözlerine asılıp kaldım öyle boşlukta dengesiz. O an dan beri kendime bir yer bulamıyorum. Atılmak isterdim ayaklarına, ama yapamam bunu ... Yaparsam zehirlerim senin gölgeni. JUAN - Birbirimizi hep görüp hiç dokuna­mamaya yargılıyız. Kendi kendimizden çıkama­maya yargılıyız. BEATRIZ- Sana bakmak yeterli benim için. Senin bana bakman yeter ... kendi kendime sahip değilim, öz varlığıma sahip değilim. Ne vücudum var , ne de ruhum. Senin düşüncen içime işledi; ne bir oyuk kaldı girmediğin içimde, ne de bir kuytu. Kendi içimde kendime yer kalmadı . Ama ben kendi içimde kalmak istemiyorum ki... Ben senin içinde olmak istiyorum. Bırak beni bir düşünce olayım kafanda ... En önemsiz düşüncelerden biri. Gelip geçici, hemencecik unutuvereceğin düşüncelerinden biri. ..."
GÜNLERİMİZ OLACAK Günlerimiz olacak Daha nice yıllarda. Hep beraber seninle, En güzel bir baharda, Bir uzun yazda. Günlerimiz . . . kah Ada' da kah Boğaz' da. Kuytu bir yolda -bütün böğürtlen, kocayemiş Dudaklarımız birleşivermiş . . . Akşam, Köprü üstü kalabalık, Başın, omuzumda artık. Ufukta hilal, gökte yıldızlar. Günlerimiz olacak, Mesut, bahtiyar. 1945
Reklam
Hala Servilerde Ağlıyorlar mı?
Bir inilti duydum serviliklerde Dedim: Burada ağlayan var mı ? Yoksa tek başına bu kuytu yerde, Eski bir sevgiyi anan rüzgâr mı? Gözlere inerken siyah örtüler , Umardım ki artık ölenler güler, Yoksa hayatında sevmiş ölüler , Hâlâ servilerde ağlıyorlar mı ? [1334] / 1918 Sonbahar, Ada / Yeni mecmua , 3.10.1918/ İnci , 1.9. 1919]
Sayfa 65 - Sağlığında yayımladığı eski biçimli şiirleriKitabı okudu
Fotoğraf çekiminden iki gün sonra, adadaki ilk küçük şokumuzu yaşadığımızı anlatmalıyım. Hani daha önce sözünü ettiğim ağaçlık yolumuzu hatırlıyor musunuz? İki yanına ulu ağaçların sıralandığı ve bu ağaçların yukarıda birbirine girerek doğal bir gölgelik oluşturduğu, yeşil bir tünele benzeyen serin yolumuz... Öğle güneşi altında bakkaldan ya da iskeleden kan ter içinde eve dönerken bu yola girer girmez, kuytu yeşil ormanların gölgeli serinliğiyle ferahlardık. Başımızın üzerindeki gölgeliköylesine sıktı ki güneşi görmüyorduk bile. Bu doğa harikası, adadaki en büyük hazinelerimizden biriydi. Bir gün o yoldaki ağaçların budanmaya başladığını görme bahtsızlığını yaşadık. Başkan’ın adamları büyük bir beceriyle ağaçları buduyor, onları birer yeşil duvar oluşturacak şekilde kesip biçiyordu. Bu çevik adamların yetenekleri ve maharetleri o düzeydeydi ki ağaçlara kolaylıkla tırmanıyor, yukarıda birleşen dalları süratle kesiyorlardı. Biz olayı duyup gelene kadar ağaçların yarısı budanmıştı bile. Yola toplanmış olan zavallı adalıların şaşkın bakışları arasında iki yanımızda muntazam duvarlar oluşmaya başlamış, o doğal, kendi haline bırakılmış ağaçlar, Versailles bahçelerindeki bahçıvanların şekil verdiği yeşil heykellere dönüşmüştü. En korkuncu da artık tepemizdeki gölgeliğin kalmamış olmasıydı. Güneş doğrudan doğruya yola vuruyordu. Tahmin edebileceğiniz gibi ilk şaşkınlık anını atlatır atlatmaz adamları durdurmaya çalışmıştık ama bizim yüzümüze bile bakmıyor ve işlerine devam ederken, “Başkan’ın emri! Onunla konuşun!” diyorlardı.
"Beni affediyor, Ada'yı unutuyor. Hatta, tam tam tam, arzuladığı gibisinden ufak çapta bir ev kadını bönlüğü ediniyor. Süpürrt, süpürrrt, süpürrrrt. Ah ah, ne kadar aptal benim daha eli kolu memeleri sallanabilen esmerim. Mutlu olmak, dahası mutlu kalmak nasıl da yakışmıyor ona... En ufak bir umudumuz yok. çok gereksiz cümle, elbet en ufak bir umudumuz yok. Umursadığımız tek bir şey yok. Bir gıdım ilgi ifadesi bulunamaz gözlerimizde, yok. Ben neden bir kez olsun evden çıkmadığını, evin kuytu bir köşesinde hışırtılar içinde ne yaptığını sormuyorum ona, o yok. O asla onca aşınan kurşunkalemin kağıt tomarlarına neler kazıdığını sormuyor bana, ben yokum."