Bukowski’nin bu kitabı neden bu kadar sevdiğini anlıyorum çünkü kendiyle bağdaştırdığı, ruhuna dokunabilen karakterini bulmuştu… Arturo Bandiniyi Bukowski’nin bu sözüyle de tanımlayabiliriz. “Dışarıdan gamsız bir pezevenk gibi gözüküp iç dünyamda duygusal biri olmak beni mahvetti.” Bu cümle Bukowski ise bunun kitabı Toza Sor’dur.
Kitaba başlayınca sizi alıp götürüyor ve kendinizi Arturo Bandini olarak buluyorsunuz. Bu karakterin içine girerek kendinizi gözlemliyorsunuz. Yeri geliyor “ödleğin tekisin Bandini, ruhuna ihanet ettin” deyip kızıyorsunuz, yeri geliyor duygularınızı en yoğun hissettiğiniz anda duvar kesiliyorsunuz. Yeri geliyor ruhunuzla bu kadar çelişkili davranmanın, yaşamanın iç hesaplaşmasını yaşıyorsunuz. Yeri geliyor aşık olduğunuz insanın, sevdiğiniz şairin şiirinden anlamayınca “o zaman canın cehenneme!” diyorsunuz. Tabii bunun üzerine tekrardan ona geri dönmesi de tamamen biziz. Kısaca Arturo Bandini ile aşkı, acıyı, duygusallığı kimi zaman da anlamsızlığı yaşıyorsunuz. Yani tamamen insan oluyorsunuz, çekinmeden ve tüm gerçekliğiyle… Arturo Bandini aslından her yerde var. Çevremizde bulunuyor, sokakta yanımızdan geçiyor, aynı sofrada yemek yiyoruz.. işte bu kadar cesurca yazılmış gerçek bir karakter olduğu için bize dokunabiliyor. Ve Bukowski kesinlikle haklı kitabı bitirince “ Bana orospu çocuğu deme! Bandini’yim ben. Arturo Bandini.” diye bağırmak içinden geçirmiyor değil.