Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Öyle ise; kalb-i kâinattaki şu hakikî muhabbet ve aşk, bir Mahbûb-u Ezelî'yi gösterir. Mahbûb-u Ezelî:Başlangıcı olmayan daimi sevgili olan Allah
..   Vahdetü'l-Vücudun meşrebine sebebiyet veren aşkın envaından en mühim ciheti, aşk-ı dünyadır. Mecâzî olan aşk-ı dünya, aşk-ı hakikîye inkılâb ettiği zaman, vahdetü-l vücuda inkılâb eder.    Nasıl ki insandan şahsî bir mahbûbu, muhabbet-i mecâzî ile seven, sonra zevâl ve fenâsını kalbine yerleştiremeyen bir âşık, mahbûbuna aşk-ı hakikî ile bir bekà kazandırmak için, "Mâbud ve Mahbûb-u Hakikînin bir âyine-i cemâlidir." diye kendini tesellî eder, bir hakikate yapışır.
Sayfa 236 - Sözler Neşriyat. San. Tic. A.ŞKitabı okudu
Reklam
Esbab içine dalan fikr-i insânî, şu zelzele-i zeval-i dünyadan hayrette kalıp me'yusâne fîzâr ediyor. Vücud-u hakîki isteyen vicdan, İbrahimvâri لَا اُحِنُّ اْ لَافِاِينَ enîniyle mahbûbât-ı mecâziyeden ve mevcûdât-ı zâileden kat'-ı alâka edip, Mevcûd-u Hakîkî'ye ve Mahbûb-u Sermedî'ye bağlanıyor.
Sayfa 211 - Sözler Neşriyyat. San. Tic. A.Ş.Kitabı okudu
Ve kezâ, seni nefsini sevmeye sevk eden esbab: 1 – Bütün lezzetlerin mahzeni nefistir; 2 – Vücudun merkezi ve menfaatin mâdeni nefistir; 3 – İnsana en karib –yakın– nefistir, diyorsun. Pekâlâ. Fakat, o fâni lezzetlere mukábil, lezâiz-i bâkiyeyi veren Hâlık'ı daha ziyade ubûdiyetle sevmek lâzım değil midir? Nefis vücuda merkez olduğundan muhabbete lâyık ise, o vücudu îcâd eden ve o vücudun kayyumu olan Hâlık, daha fazla muhabbete, ubûdiyete müstahak olmaz mı? Nefsin mâden-i menfaat ve en yakın olduğu, sebeb-i muhabbet olursa, bütün hayırlar, rızıklar elinde bulunan ve o nefsi yaratan Nâfi', Bâkî ve daha karib olan, daha ziyade muhabbete lâyık değil midir? Binaenaleyh, bütün mevcudata inkısam eden muhabbetleri cem ve muhabbetin ile beraber mahbûb-u hakikî olan Fâtır-ı Hakîme ihdâ etmek lâzımdır.
9.SÖZ5. NÜKTE
İnsan fıtraten gayet zayıftır. Halbuki herşey ona ilişir, onu müteessir ve müteellim eder. Hem gayet âcizdir. Halbuki belâları ve düşmanları pek çoktur. Hem gayet fakirdir. Halbuki ihtiyâcâtı pek ziyadedir. Hem tembel ve iktidarsızdır. Halbuki hayatın tekâlifi gayet ağırdır. Hem insaniyet onu kâinatla alâkadar etmiştir. Halbuki sevdiği, ünsiyet
"Vücûd-i hakîkî isteyen vicdan, İbrahimvârî 'lâ uhibbü'l-âfilîn' enîniyle mahbûbât-ı mecâziyeden ve mevcûdât-ı zâileden kat'-ı alâka edip, Mevcûd-u Hakîkî'ye ve Mahbûb-i Sermedî'ye bağlanıyor''; ''... madem ufûl edenlerden ve zevâl bulanlardan ruh elini çekti. Kalb dahî mecazî mahbublardan vazgeçti. Vicdan dahî fanîlerden yüzünü çevirdi. Sen dahî bîçare nefsim! İbrahimvârî 'lâ uhibbü'l-âfilîn' imdadını çek, kurtul!'' Fıtratı aşkla yoğrulmuş gibi sermest-i câm-ı aşk olan Mevlânâ Câmi, kesretten vahdete yüzleri çevirmek için, bak, ne güzel söylemiş: يَكِى خَواهْ، يَكِى خَوانْ، يَكِى جُوىْ، يَكِى بِينْ، يَكِى دَانْ، يَكِى كُوىْ demiştir.Yani; 1. Yalnız Biri iste; başkaları istenmeye değmiyor. 2. Biri çağır; başkaları imdada gelmiyor. 3. Biri talep et; başkaları lâyık değiller. 4. Biri gör; başkaları her vakit görünmüyorlar, zevâl perdesinde saklanıyorlar. 5. Biri bil; marifetine yardım etmeyen başka bilmekler faidesizdir. 6. Biri söyle; Ona ait olmayan sözler mâlâyâni sayılabilir."
Reklam
Fâilâtün Fâilâtiin Fâilâtün Fâilin
1 Âşinâ-yı aşk olandan âh u zâr eksik değil Keşti-i bahre dem-â-dem rûzgâr eksik değil Deryâdaki gemiler hedefine varıncaya dek rüzgâra dâimâ muhtâçtır. Bunun gibi tevhîd-i hakîkî sâlikinde de deryâ-yı aslına yani vahdete ulaşıp onda yok oluncaya kadar aşk âh u zârı noksân olmaz. 2 Ol cemâl-i mutlakın aşkında artdıkça niyâz Ol kadar
Sayfa 227 - H Yayınları
Evet, ırmağın yüzündeki kabarcıkların parlayıp gitmesinden sonra arkadan gelenlerin gidenler gibi parlamaları, daimî bir şemsin şualarının âyineleri olduklarını gösterdikleri gibi... Hem kâinat kalbindeki ciddî aşk, bir Mâşuk-u Lâyezâlîyi gösterir. Evet, ağacın mahiyetinde olmayan birşey, esaslı bir surette meyvesinde bulunmadığı delâletiyle, şecere-i kâinatın hassas meyvesi olan nev-i insandaki ciddî aşk-ı lâhutî gösterir ki, bütün kâinatta—fakat başka şekillerde—hakikî aşk ve muhabbet bulunuyor. Öyle ise, kalb-i kâinattaki şu hakikî muhabbet ve aşk, bir Mahbûb-u Ezelîyi gösterir.
13 Ağustos 2020 Perşembe En Büyük Kerâmet Nedir?
Muzaffer Efendi Hazretleri buyurdular ki : Ey âşık-ı sâdık! En büyük kerâmet, istikâmetdir, doğrulukdur. Hakk yoldan sapan bir kimseyi hak yola getirrneğe muvaffak olmakdır. Yoksa, duvarları yürütmek, olmayacak hayaller peşinde ömür çürütmek, çiviyi yutmak, yılanı tutmak, su üstünde yürümek, seyredenlere çeşit çeşit hâl ve şekillerde görünmek, kuş
Nasıl ki insandan şahsî bir mahbûbu muhabbet-i mecâzî ile seven, sonra zevâl ve fenâsını kalbine yerleştiremeyen bir âşık, mahbûbuna aşk-ı hakikî ile bir bekâ kazandırmak için "Mâbud ve Mahbûb-u Hakikînin bir âyine-i cemâlidir" diye kendini tesellî eder, bir hakikate yapışır.
Sayfa 88
33 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.