Artık eskisi gibi bakamıyorsun
göklerinde bir belkıs otururdu Rüveyda
binlerce gökkuşağı olurdu kirpiklerin
güneş bir anne gibi dururdu başucunda
artık dokunamıyor kakülün bulutlara
karalara bürünmüş saçlarında dolunay
ben bu kadar zulme layık mıyım Rüveyda
Hangi çağın gelişidir bilmem, gülüşün
soluk bir dünyanın mezarlarına
gömerek
Karagözlüm kavuşmayı beklerken
Ayrılığın vakti geldi duydun mu?
Beraberce diktiğimiz çiçekler
Açılmadan önce soldu, duydun mu?
İçimde acıdan ırmaklar çağlar;
Gözlerim yaş dolu, gönlüm kan ağlar
Tatlı hatıralar, sıcak sevdalar
Hakikatsiz rüya oldu, duydun mu?
Kara talih ile olunmaz yarış;
Eğer küskün isen gitmeden barış
Belki son ayrılık, belki son görüş..
Kavlimiz yarıda kaldı, duydun mu?
Çok olur dağların karı-kıcısı
Böyle imiş alınımızın yazısı
Bu mevsimsiz ayrılığın acısı..
Ok vurdu sinemi deldi, duydun mu?
Bir gece başladı yıldızsız, aysız;
Ne horozlar öttü, ne sabah oldu…
Kibritler ıslaktır, çakmağım yağsız
Dar odam ebedî ışıksız kaldı.
Bırakmaz yakamı, dört yanım duvar;
Ne kapı, ne baca, ne pencere var…
Ne mektup gönderir sevdiğim dostlar,
Ne de bir tanıdık kapımı çaldı.
Bir zaman karnımı doyuran toprak
Üstüme gölgelik, altıma yatak.
Hiç ümit etmezken olacağa bak;
Nihayet ağzıma, gözüme doldu.
Ve işte dünyada en son arkadaş
Başımın ucunda dikili bir taş.
Bitti, doğduğum gün başlayan savaş,
Kâinat benimle beraber öldü…
Gün geçer, azalır sevgi
Değişir her şeyin rengi.
Bugün değil, yarın belki
Unutursun Mihriban’ım.
Düzen böyle bu gemide
Eskiler yiter yenide.
Beni değil, sen seni de
Unutursun Mihriban’ım.