Çünkü yazarlar her şeyi hatırlarlar, Paul. Özellikle acıları, ıstırapları... Bir yazarı çırılçıplak soy. Yara izlerini işaret et. O sana her küçük yaranın hikayesini teker teker anlatır. Büyükler içinse birer roman yazar.
“Bak şimdi Wendy, dünyaya gelen ilk bebek hayatında ilk defa güldüğünde, gülüşü binlerce parçaya ayrılmış ve her parça sağa sola dağılmış, işte periler de böyle çıkmış ortaya.”
Onlar dün belki iki bin kişiydiler, evvelki gün yetmiş bin kişi. Yarın dört bin ya da altı milyon olacaklar. Ölülerin küme küme gömüldüğü mezarlara göç edenler. Bu iş kimin umurunda? Kimsenin! Aşağıda insanların kulakları tıkalı, yukarıda Tanrı’nın!
Neden bunalımları çözümleyemiyoruz? Neden dost olmadan, erkek-kadın, karı-koca olmaya çabalıyoruz? Yirmi yaşlarının başındaki insanlar böyle mi olmalı? Sevişmek için ilkin nikah imzası mı atılmalı? Ya da yalnız kalıp, yıllar yılı erkek-kadın özlemiyle kendi kendilerine mi boşalmalılar? Erkekler, kadın resimlerine mi bakıp heyecanlanmalılar? İlk kadını genelevde mi tanımalılar? Karı-kocalar birbirlerinin gövdelerine “mal” gözüyle mi bakmalı? İnsanın doğal yapısı bu davranışların tümüne aykırı. Bizim insanlarımızın insan sevmesi, insan okşaması çocukluktan engelleniyor. Saptırılıyor. Çarpılıyor.