Evet, dedi Franz kendi kendine, Büyük Yürüyüş dünyanın kayıtsızlığına karşın sürüp gidiyor ama giderek daha sinirleri yıpratıcı, baş döndürücü oluyor; dün Vietnam’ın Amerikalılar tarafından işgaline karşı, bugün Vietnamlıların Kamboçya’yı işgaline karşı; dün İsrail için, bugün Filistinliler için; dün Küba için, yarın Küba’ya karşı - ve hep Amerika’ya karşı; zaman zaman kıyımlara karşı, zaman zaman başka kıyımlara arka çıkmak üzere; Avrupa hep ileriye doğru yürüyor, yürüyor, hiçbir okayı kaçırmasın, her birine yetişsin diye; adımları hızlandıkça hızlanıyor, öyle ki sonunda Büyük Yürüyüş koşan, dörtnala koşan bir insan sürüsü olacak ve platform da günün birinde tek bir nokta olup çıkana kadar küçülecek, küçülecek.
Fransız arkadaşlarına bundan söz ettiğinde, kulaklarına inanamadılar: “Yani ülkende işgale karşı savaşmak istemediğini mi söylüyorsun?” Onlara komünizmin, faşizmin, bütün işgallerin, bütün istilaların ardında çok daha temel, yaygın bir kötülüğün yattığını ve bu kötülüğün havaya kalkmış yumruklar ve dillerinde bir ağızdan haykırılan birörnek hecelerle uygun adım yürüyen insanlardan oluşan bir resmi geçitte en somut görünümüne kavuştuğunu anlatabilmek isterdi. Ama onlara bunu hiçbir zaman anlatamayacağını biliyordu.
Cumartesi ve pazar günleri, varolmanın tatlı hafifliğinin geleceğin derinliklerinden yükselip yanına vardığı duygusu içindeydi. Pazartesi, benzerini bundan önce hiç tanımadığı bir ağırlıkla çarpıldı. Rus tanklarının tonlarca çeliği bunun yanında hiç kalırdı. Çünkü sevecenlikten daha ağır bir şey yoktur dünyada. Kişinin kendi acısı bile, başkasıyla başkası için hissettiği, imgelemle yoğunlaşan ve yüzlerce yankıyla uzadıkça uzayan bir acı kadar ağır çekmez.
“Einmal ist keinmal” diyor Tomas kendi kendine. Sadece bir kere olan şey, diyor Alman özdeyişi, hiç olmamış sayılır. Yaşanacak tek bir hayatımız varsa eğer, onu hiç yaşamamış da olabiliriz, fark etmez.
Önemli bir psikolog olan Hans Eysenck’in bir defasında gözlemlediği gibi, içe dönüklük zihni eldeki görevlere yoğunlaştırır ve enerjinin işle alakasız sosyal ve cinsel meselelere dağılmasını engeller. Diğer bir deyişle, başkaları avluda kadehlerini tokuştururken siz arka bahçede bir ağacın altında oturuyorsanız, elmanın sizin kafanıza düşmesi daha muhtemeldir.
Yalnızlıktan, başkalarıyla ancak istediği zaman görüşmekten, istemediği zaman başkalarından kaçmaktan hoşlanıyor. Ama yalnızlıktan hoşlandığı, yalnızlığı aradığı halde, asıl sevdiği, asıl aradığı, kalabalık içinde bulunduğu, kalabalıktan uzak olmadığı bir sırada, bu kalabalıktan ayrılabilmek, yalnız kalabilmek, başkalarının yanından çekilmek, istediği için tek başına durabilmek… Farkında bunun. Yalnızlık zorunlu bir durum olmadığı zaman daha çok hoşlanıyor.
ben kendirden sallanırken bi başka eller kendiri boynuma geçirip sona ipi çekeriken ben ellerimi uzatıp da tutacak birini bulamaz iken de çağıracak türküsünü duyacam herhal neden dersen te bebecikken okşamış beni yumuşak sıcak elleri varmış vurmayan çimdiklemeyen dedemin elleriymiş okşamış sevmiş beni
sevmiş beni sevmiş beni sevmiş beni
sevmek sevmek dedikleri kimin dediği Yalçın’ın dediği belki başka kimin ağzından işittim ki sevmeyi kocakarının gül çardağındaki sevmesine hiç aklım yatmamıştı o sevmek dediklerini bi tek ihtiyar dedemin ellerinden duymuşum bi de Yalçın’ın dilinden lakin onun dilini anlamamıştım esasında o sevmek işte bi türküymüş demek ak saçlı bi dedenin türküsü bi çaresiz ihtiyarın çatlak sesiymiş
Yalçın nereden bilsin?