Platon'un bize özet olacak çarpıcı bir öğüdü var:
Bu yolu hakkınca yürümek isteyen biri gençliğinde güzel biçimleri ziyaret ederek başlamalı; eğer ilk başta eğitmeni tarafından, yolu ona bu güzel biçimlerden sadece birini sevecek şekilde doğru olarak gösterilirse, bu tek sevilenden doğru ve güzel düşünceler yaratacaktır; ve sonra, o tek olanın biçiminin güzelliğinin bir diğerinin güzelliğine benzer olduğunu ve her biçimdeki güzelliğin tek ve aynı olduğunu kendi kendine algılayacaktır.
Evrenin yaratılışında olduğu gibi, düzen düzensizlikten, biçim kaostan doğup geliyor. Coşku duygusu, ne kadar hafif olursa olsun, bu yolla varlığa katılımımızdan kaynaklanıyor. Paradoks şu ki, aynı anda sınırlarımızı da daha canlı yaşıyoruz.
Hastaların büyük çoğunluğu kendilerini, anababaları tarafından dayatılan aşırı ve katı sınırlamalarla engellenmiş ve boğulmuş gibi yaşıyorlar. Terapi için gelme nedenleri arasında ilk sırayı, tüm bu sınırlanışların fırlatılıp atılması gerektiği kanaati alıyor. Ne kadar basit olursa olsun, kendiliğindenliğe doğru olan bu itkinin terapist tarafından değerlendirilmesi gerektiği ortada. Insanlar, herhangi bir etkili biçimde bütünleneceklerse, bir yasaklar yığını altında yitmiş olan kişiliklerinin "yitik” yanlarını tekrar ele geçirmeliler
Sınırlar, onlarsız akan bir nehrin yerküre üzerinde yayılıp gideceği ve nehrin onlarsız hiç olamayacağı kıyılar gibi gereklidirler – yani, nehir akan su ve kıyılar arasındaki gerilimle kurulmuştur.
Şiirin içinde barındıracağı ‘varlık’ ‘yokluk’tan türer, şairden değil. Ve şiiirin sahip olacağı ‘müzik’ şiiri yapan bizlerden değil, sessizlikten gelir; tıklatmamıza cevaben gelir.
“Şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana yarabbi
taşınacak suyu göster,kırılacak odunu
kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde
bileyim hangi suyun sakasıyım ya rabbelalemin
tütmesi gereken ocak nerde ? “