Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Mevlana'nın benzetmesi ile buruşuk bir kumaş gibidir kimi metinler..
Dokunmadan baktığınızda, belli bir desen görürsünüz kumaş üzerinde. Fakat yaklaşıp dokunursanız, buruşuklar açılır, kıvrımlardan ve birbiri üzerine dürülü katlardan yeni yeni desenler ortaya çıkar. Sonsuzcasına buruşturulmuş bir kumaş - düşünün, öyle ki her defasında bir kıvrımı açarsınız, ama açtığınız kıvrımda da daha ince buruşuklar vardır, sonra onları açarsınız. Her dokunuşunuzda yeni bir desenle tanışırsınız.
HK
فَإِذَا قَرَأۡتَ ٱلۡقُرۡءَانَ فَٱسۡتَعِذۡ بِٱللَّهِ مِنَ ٱلشَّیۡطَـٰنِ ٱلرَّجِیمِ بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَـٰنِ ٱلرَّحِیمِ Rabbul alemin olan Allahın biz irade varlıklarına yol göstermesi amacı ile inzal ettiği vahyi Ve Bu vahyin gerçekliği üzerine inşaa edilmiş devlet olan Medine'yi doğru anlamak adına öteden beri bir takım paylaşımlarım
Reklam
~ Âşığın feryadı susuşunda gizlidir. "Ancak söylenemeyen aşk aşktır" diye yazmıştı William Blake. O, asırlar öncesinden seslenen Mevlâna'yı yankılar gibiydi: "Dil, kelimeler pek çok şeyi açıklar; ama aşk, üzerine kelimeler düşmediğinde daha berraktır." ~
Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum. Işığı gördüm, korktum. Ağladım. Zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim. Karanlığı gördüm, korktum. Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi... Ağladım. Yaşamayı öğrendim.
Evet, imajinasyon dünyamız pıhtılaşıp dondurulduğu için başkaları ürettikleri şeyleri bize empoze edebiliyor. Gece saat on ikiye bire kadar oturup film seyredebiliyoruz. Modern nörofizyolojik araşturmalar, uyumadan evvel en son seyretmiş olduğumuz görüntülerden dolay, televizyonu kapatmış olsak bile şuuraltmızda o filmin devam ettiğini söylemektedir. Bir bakıma modern insanın rüyaları bile işgal altınd. Birçok insan geliyor, hocam ben bir turlü rüya göremiyorum, manevi rüyalar göremiyorum, diyor. Neden? Çünkù rüyaların bile işgal altında. Rüyalarını işgalden kurtar ki kendi maneviyatın başlasin. Modem insanın problemlerinden biridir bu.
Sayfa 94
Semâ, işitme kültürü bu açıdan gerçekten önemlidir. Arif kelâmı önce işitilir; kulaktan içeri girer o nutuk, çünkü arifin kelâmı dölleyici kelâmdır. İçinde enerji taşır. Logos spermaticus, diyor buna Aristo, "Gerçek söz gebe bırakır." Öyle bir kelâm ki kulaktan içeri girdiğinde kalbi döllüyor ve kalbi döllediğinde, "veled-i kalp" yani kalp çocuğu doğuyor. Kalp çocuğu doğduğu zaman, o kişi tekâmül basamaklarında ilerliyor. Arif olmayanların sözleri ise bu kulaktan girip öbür kulaktan çıkan, dölleme gücüne sahip olmayan kelâmlardır. Onların bir tesiri olmaz, silinip, kaybolup giderler. Onun için ârifin kelâmı hakkında, Arifin her bir sözün duymaya insan gerek Sanma ki âlemde hayvan olar anlar bizi diyor Niyazi Misrî bir şiirinde. Arifin sözünü duymaya kulak gerek, dolayısıyla insan gerek, her kulak bunu işitemez.
Reklam
Tasavvufi eğitimde semâ çok önemlidir. Bugün dahi aşını televizyon seyretmenin çocuklarda imajinasyon zayıflığına sebebiyet verdiği, kimi araştırmacılar tarafından dillendirilmektedir. Çünkü televizyonda herhangi bir bilgi, bir görüntüyle beraber verilmekte ve siz o görüntüyü hazır kalıplar olarak almaktasınız. Annesinden, babasından, dedesinden ya da ninesinden masal dinleyerek büyüyen çocuklarda ise durum farklıdır. Beş-altı yaşında bir çocuğu alın, kulağına bir şeyler söyleyin. Çocuk önce şöyle bir dalar... İşte o dalma noktası çok önemlidir. Çünkü gözünün önünde o an bir film çeviriyordur. Sizin verdiğiniz bilgilerle, kendi hayalini kuruyordur. İmajinasyonu aktif hale gelmiştir. Hem beynini hem de kalbini çalıştırmaya başlamıştır. O kişiden daha sonra sanatçı çıkabiliyor, şair çıkabiliyor, başka yetenekler çıkabiliyor.
"Kulak medeniyeti" idik, “göz uygarlığı” olduk. “Göz, yol göstericidir; kulak yol buldurucudur." diyor Hz. Mevlânâ. Bunun için mi düşünemiyor, "yeni şeyler” söyleyemiyoruz? Semâ yani işitme, tasavvufta gerçekten çok önemli bir husustur. Aslında geleneksel eğitimde işitme çok önemlidir, işitmenin ardından görme gelir. Görme ameliyesi önce kafa gözüyle başlar, ardından tamamen kalp gözü veya bazı geleneklerde üçüncü göz olarak tabir edilen gözün açılmasıyla sürer ki gerçek görme odur. Aksi takdirde, görmek ve bakmak ayrımı olur. Zira her bakan görmez. Bu Kur'ân-ı Kerim'de dahi ifade edilir: "Ey Habibim! Onları sana bakar görüyorsun ama onlar seni görmüyorlar."
İmam-ı Âzam'ın talebesi İmam Muhammed, ders yaparken sıra zekât bâbına geldiğinde duruyor, “Arkadaşlar! Bu bâbı size okutamam ben!” diyor. Neden? “Çünkü zengin değilim, zekât vermiyorum, çok fazla muhtaç da değilim zekât almıyorum, dolayısıyla ben zekât mevzûsu değilim. Zekâtla benim bir işim yok, ne vericiyim ne alıcıyım. Bir gün zekât alırım veya veririm, o zaman bu bâbı size okuturum."
Sayfa 92
Yolculuk
Yazar Hanife Mert Hanım'ın 160 sayfadan oluşan #Yolculuk eserini #okudum. ️️️️️️️️️️️️️️️️ ️Dört bölümden, otuzdokuz başlıktan oluşan her cümlesi insanın yüreğine dokunup içini biraz daha dönmesi neden onu anlatımlar, anlamlar ile dolu.... ️Eseri okumaya başladığım ilk sayfada bulunan önsözünden son sayfasına kadar elinden
1.000 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.