Beni yaratan o ve daima insanların kulağına
Ne olduğumu, ne olacağımı niçin söyleyip duruyor
Büyücü bir şeytansam eğer, nedir günahım
O, bundan başka bir şey olmamı istemiyor
Günahla kararmış bir alın yeğdir
Namaz kılar görünüp riyakarlık eden alından
Allah’ın adını anmamak yeğdir
Alemi kandırmak için Allah Allah diye mırıldanmaktan
Şiirin baştan ayağa günah deme
O utançtan, o günahtan bir kadeh ver bana
Cennet, huriler, ab-ı kevser senin olsun
Cehennem ateşinin dibinde bir ev ver bana
Hayat seni istediği kadar ürkütsün, canını yaksın, en yakınların çirkin maskeler taksınlar… Hayat bu, de kendi kendine, ikinci kez çağrılmayacağım bir oyun, bir zevkler ve acılar oyunu, bir inançlar ve aldatmalar oyunu, bir maskeler oyunu, bir aktör ve bir gözlemci olarak sonuna kadar oyna, gözlemcilik daha iyidir, ne zaman istersen bırakabilirsin. Beni sorarsan, “imdat çıkışı” sayesinde ayaktayım. Çünkü emrimde, ve onu kullanmayacağımı biliyorum. Ama ahiretin anahtarı bende olmasa kendimi kapanda hissederdim, derhal kaçmak isterdim!
Doğu Akdeniz toprağı en alçakça günlerini yaşıyordu. İmparatorluğumuz utanç içinde can çekişiyordu; yıkıntılarının arasından bir sürü eciş bücüş devlet yeşeriyordu; herkes ötekilerin duasını sustursun diye kendi tanrısına yakarıyordu.
Istırabına sabırla katlanırdı, çünkü nedenini başkalarında değil kendinde arardı. Sevinçleri de yoldan çiçek toplar gibi koparır ve daha solmadan atardı; böylece her zevkin dibindeki acı tortuyu tatmazdı.