Son zamanlarda okuduğum en etkileyici kitap. Macar yazar Agota Kristof’un birkaç yıl arayla yazdığı üç kitabı Yapı Kredi Yayınları beraber basmış. Kesinlikle çok iyi yapmış! Elimden bırakamadığım bir kitap oldu. Evet içinde oldukça fazla olumsuz içerik ve kötü olaylar yer alıyordu fakat kitap zaten bir savaş dönemini anlatıyor. Yıl, savaş veya
Bizi mutlu ya da mutsuz kılan," diye başladı Hasan gözlemevindeki yastıklara yeniden uzandıkları sırada. "Olaylar değil, onları algılama biçimimizdir. Şöyle bir misal vereyim. Pintinin biri gizli bir yere bir hazine saklar. Etrafındakilere kendini fakir biri olarak tanıtmakta ama için için zenginliğine sevinmektedir. Bir komşusu bunu öğrenir ve sakladığı hazineyi çalar. Ama bizim pinti hazinesinin çalındığını öğreninceye dek sevinmeyi sürdürecektir. Son nefesini verene dek durumu öğrenmezse ölünceye dek zengin olduğunu düşünerek mutlu olacaktır. Tıpkı sevgilisinin kendisini aldattığından bihaber bir adamın durumunda olduğu gibi. O da durumu öğrenmediği takdirde ömrünün sonuna dek mutlu olacaktır. Ya da tam tersi bir durumu ele alalım. Diyelim ki adamın son derece sadık bir karısı var. Ama yalancı kimseler onu karısının sadakatsizliğine ikna etsinler. Bu durumda adam cehennem azabı içinde yaşamaz mı? Gördüğünüz gibi bizim mutluluğumuzu ya da mutsuzluğumuzu belirleyen şey hakikat değildir. Bizler tasavvur eder, kanaat sahibi olur sonucunda da mutluluğa ya da mutsuzluğa erişiriz. Üstelik her yeni gün kanaatlerimizin ne derece aldatıcı olduğunu bize gösterir. Yani mutluluğumuz aslında hiç de sağlam temeller üzerine inşa edilmemektedir. Kaderimiz için de aynı şey geçerlidir. Zeki bir adam bunu bilir ve bu yüzden de umursamaz. Ancak aptallar mutlu oldukları için sevinirler!"
Kitabı okumadan önce yorumlarına bakmıştım ne yalan söyleyeyim biraz da eleştirel yaklaşabilmek için ve bir incelemede şöyle bir yorum gördüm " bu aşk değil arkadaşlar bu bir hastalık. "
İlk başta acaba kişiye bu eleştiriyi yaptırmış ne yazmış olabilir bu yazar diye düşündüm ve kitabı bir günde bitirdim ama bugün bu kitabın sadece
Açık konuşmam gerekirse kitap güzeldi. FAKAT bazı eksikleri var mıydı? Vardı. Yani ben kitabı okurken açıkçası "Acaba şimdi kim ölecek?" diye düşünerek okudum. Ve bu biraz da can sıkıcı. Kitabın ilk 80 sayfası hiçbir şey olmazken 80. sayfadan sonra her bölümde biri ölmeye başladı. Bu da biraz tuhafıma gitti. Yani koskoca 14 kişi içinden sadece Beste gül'ün yaşaması. Oğuz son bölüme kadar gayet iyiydi. Yani kitabı ilk kez okuyan ve Oğuz'un öleceğini bilmeyen biri sonda Oğuz'un öldüğünü görse "Bu ne diye öldü şimdi?" der. Bence Oğuz'un ölmesi saçmaydı. Yazar sadece 'Mutsuz Son' olsun diye öyle yazmış gibiydi. Onun dışında her şey güzeldi. Kitap gayet akıcı idi. Kitap 2 günde bitti resmen. Karakterler hakkımda bir şey söyleyecek olursam da Keskin bence çok saçma bir karakterdi ve ona çok gıcık oldum (Yazar'a lafım yok karakteri gıcık yazmak istemiş ve istediği de olmuş) sonrasında Melodi. Aynı şekilde Melodi'nin ihaneti de çok saçmaydı bence. Yani Melodi ihanet edip öleceğine hiç ihanet etmez ve yaşayarak kurtulabilir di. Benim düşüncelerim bunlar siz katılır ya da katılmazsınız orası size kalmış.
Dipnot:Yazara ve kitaba hiç bir lafım yok!
Kitaba puan'ım:10/8
Merhabalar bugün kalemini çok sevdiğim yazar dan okuduğum ikinci eserle karşınızdayım. Yazarın kalemi o kadar akıcı ki, ilk sayfadan itibaren içine hapsedip. Ne ara son sayfaya geldiğimi bile anlamadım. Önsöz de bile çok duygulanıp gözlerim doldu hatta. Yazarın bu kitap senin için dediği arkadaşına olan özlemi, beni oldukça etkiledi.Polisiye ve
Çoğumuzun çocukluğundan hatırladığı, anne, baba ya da başka büyüklerinden duyduğu masallar, efsaneler vardır. Öyle bir anlatırlar ki size, öyle bir kaptırırlar ki kendilerini, , onlara bakan, bilgi açlığıyla bekleyen birkaç göze, anlattıkları hikayenin gerçek olduğunu ispat etmek isterler sanki. Ben de bir zamanlar o çocuklardan biriydim. Babamın
Bir öykünün içinde olsaydı, hikâyenin tam bu noktada bitmesini çok isterdi Selim. Fakat öyle olmadı. İki saat içinde salondaki illüzyon sona erdi; çünkü mutlu son diye bir şey yoktu, uzun vadede bütün hikâyeler mutsuz biterdi.
Muhsin Demir
“Belli ki derin bir yaranın parçasıydı;öyle ağlıyor ,öyle düşünüyor ,öyle bakıyordu. Böyle bir yara ,insanın parçası olamaz, ancak insan böyle bir yaranın parçası olabilir…”
#psikolojik eserleri okumayı sever misiniz?
Ben severim.Sizde severseniz #birdelininakildefteri ni en yakın zamanda #okumanız dileğiyle
Ünlü
Kötülük kavramı felsefe tarihinde diğer birçok kavram gibi net bir şekilde tanımlanamamış kavramlardandır. Herkes tarafından kabul edilebilir bir ahlak anlayışının olmayışı da kötü ile iyi arasındaki ayrımı daha da belirsizleştirmiştir. Kötü kendi içinde doğal ve ahlaki kötülük olarak ikiye ayrılır. Doğal kötülük, kaynağı her türlü iradeli
Mutlu ve mutsuz anlarda ortak bir sabırsızlık vardır, bilirsiniz. Beklemeye tahammülümüz yoktur, ne olacaksa olsundur iyi veya kötü. Hâlbuki belki yıllarca bir dert çekmişizdir ya da bu mutlu son için ne mutlu günleri geride bırakmışızdır. Belki de ertelemişizdir hep; dur bakalım demişizdir, yarın olsun, bayram olsun, bir uyuyalım, uyanalım... Appelfeld'in bir kitabında geçer: "'Daha fazla bekleyemem, vaktim yok,'' dedi. 'İnsanlar sonsuza dek zamanları varmış gibi uyuyorlar.'" Hiçbir şey sonsuz değil sevgili okur. Bu bakıma sabırsızlanmakta haklıyız.