Safvân, Kâbe"yi tavaf edip namaz kıldıktan sonra hırkasını başının altına yastık yaparak uyumuştu. Uyku sırasında hırkanın başının altından çekilip alındığını fark etti. Hemen uyandı ve hırsızı yakaladı. Adamı Hz. Peygamber"in huzuruna getirdi. Olayı tahkik eden Resûl-i Ekrem, önce hırsıza suçunu itiraf ettirdi sonra da cezalandırılmasını emretti. Fakat Safvân, meselenin bu boyuta ulaşacağını tahmin etmemişti, “Hırkam yüzünden bu adamın elinin kesilmesini istememiştim.” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Madem affedecektin, bunu daha önce yapmalıydın!” (30)
Resûl-i Ekrem"in bu hükmü, bir taraftan kişisel hak ve yetkilere delâlet ederken diğer taraftan toplumsal hissiyata vurgu yapmaktadır. Buradan anlaşıldığına göre insan, kişisel olarak maruz kaldığı bir suç karşısında suçluyu affetme hak ve yetkisine sahiptir. Ancak bu hakkını kullanmaz, meseleyi yargıya iletirse artık geri dönüşü de yoktur. Zira yargıya iletilmiş bir meselede kararı hukuk verecektir. Bu noktadan sonra işlenen suç, sadece iki tarafla yani suçlu ve mağdur ile alâkalı basit bir mesele değildir; verilecek hükmün toplumsal boyutları da bulunmaktadır. Dolayısıyla suça ilişkin dava açılmış, suç mahkemece ispat edilmiş ve karar verilmişse artık mesele ferdî hak olmaktan çıkmış, toplumu ilgilendiren bir kamu davası hâlini almıştır. Burada verilen mesaj açıktır; insanlar yargıyı ciddiye alsın, onu caydırıcı bir güç olarak görsün, hâkimin dahi affetme yetkisinin bulunmadığını bilsin ve verdiği karara dikkat etsin.
(30- N4885 Nesâî, Kat’u’s-sârık, 4-5. İM2595 İbn Mâce, Hudûd, 28.)