“Eugène, gereken her şeyi yaptıktan sonra, saat üçe doğru pansiyona döndü. O ıssız sokakta, giriş kapısında, iki iskemle üstünde, kara bir kumaşın zar zor örttüğü tabutu görünce, gözyaşlarını tutamadı. Daha hiç kimsenin el sürmediği, kötü bir serpmeç, kutsanmış suyla dolu, gümüş rengi bir bakır kaba daldırılmıştı. Kapıya kara perde gerilmemişti. Yoksul ölümüydü işte, ne şatafatı, ne kalabalığı, ne dostu, ne akrabası vardı.”