Bir mü'min, gönül âlemini İslâm'ın zaråfet. nezaket ve güzellikleriyle tezyin etmeli; hâliyle, kâliyle ve davranışlarıyla nümune-i imtisal olarak hakkı tebliğ ve hayra teşvikte örnek teşkil etmelidir. Zîrâ hakka dâvet vazifesinin hakikati, Rabb'e aşk ile yönelişte gizlidir.
Sayfa 158
344 syf.
·
Puan vermedi
·
10 günde okudu
Fatma Aliye gibi zamanının en değerli, kıymetli, ilimle yoğrulmuş, okuma askiyla yanıp tutuşmuş ve büyük mücadeleler vermiş bir değeri unutulduğu yerden çıkarıp gündeme getiren yazara teşekkürü borç bilirim. Bir ufuk ve gaye insanını bir öncüyü tanimis olmaktan cok mutluyum. Yaşadığı zorluklara göğüs germesi ve metanetinin de hayranı oldum. Tavizsiz bir insan, kendiliğin çok ötesinde.. idol, önder olacak bir numune- i imtisal...
Fatma Aliye: Uzak Ülke
Fatma Aliye: Uzak ÜlkeFatma Barbarosoğlu · Profil Yayıncılık · 2017244 okunma
Reklam
K.S(...)Çocuklar da, gençler de “Vdeo nesli”, çok fazla vakit kaybetmişler televizyon önünde, ekran önünde; daha kıpır kıpır hale gelmişler. Hayat onlar için daha hızlı aksın istiyorlar. Normalde yaşadığımız hayat onlara yetmiyor artık, yavaş geliyor çünkü beyinlerinin hızı, ekranın hızına ayarlanmış. Üç saniyede bir görüntünün değiştiği, her köşe başından makineli tüfeklerin çıktığı bu dünyada çok dikkatlı olması, hızlıca oradan kurtulması lazım. O aksiyona ayarlı çocuklar, okulda da rahat duramıyor işin doğrusu. Bu çocukları doktora getiriyorlar, dikkat eksikliği teşhisi konuluyor. Halbuki daha sistemsel bir sorun bu; o çocuğun ekranın başında unutulmaması gerekiyordu. Anne, babaların çocuklarla daha organık, göz göze, diz dize vakit geçirmiş olması gerekiyordu. Televizyonun emzirdiği kuşaklar daha hareketli olunca öğretmeni de zorluyorlar. Öğretmeni bir numune-i ımtısal olarak, bır şey alabilecekleri, özdeşim kurabilecekleri bir figür olarak değil sokakta rastgele bir arkadaşlarıymış gibi görüyorlar. Bu durum da, modern çağda okullarda aktarımı engelleyen şeylerden biri.
Madem rızk mukadderdir ve ihsan ediliyor ve veren de Cenab-ı Hak'tır; o hem Rahîm, hem Kerim'dir. Onun rahmetini ittiham etmek derecesinde ve keremini istihfaf eder bir surette gayr-ı meşru bir tarzda yüz suyu dökmekle; vicdanını belki bazı mukaddesatını rüşvet verip, menhus, bereketsiz bir mal-i haramı kabul eden düşünsün ki, ne kadar muzaaf bir divaneliktir. Evet ehl-i dünya, hususan ehl-i dalalet; parasını ucuz vermez, pek pahalı satar. Bir senelik hayat-ı dünyeviyeye bir derece yardım edecek bir mala mukabil, hadsiz bir hayat-ı ebediyeyi tahrib etmeye bazan vesile olur. O pis hırs ile gazab-ı İlahîyi kendine celbeder ve ehl-i dalaletin rızasını celbe çalışır. Ey kardeşlerim! Eğer ehl-i dünyanın dalkavukları ve ehl-i dalaletin münafıkları, sizi insaniyetin şu zaîf damarı olan tama' yüzünden yakalasalar; geçen hakikatı düşünüp, bu fakir kardeşinizi nümune-i imtisal ediniz. Sizi bütün kuvvetimle temin ederim ki: Kanaat ve iktisad; maaştan ziyade sizin hayatınızı idame ve rızkınızı temin eder. Bahusus size verilen o gayr-ı meşru para, sizden ona mukabil bin kat fazla fiat isteyecek. Hem her saati size ebedî bir hazineyi açabilir olan hizmet-i Kur'aniyeye sed çekebilir veya fütur verir. Bu öyle bir zarar ve boşluktur ki; her ay binler maaş verilse, yerini dolduramaz.
İşte herkesi dehşet ve hayrette bırakan bir üslup ve eşsizliğe sahip olan mukaddes kitabımız, devleti, hükümeti ve sultası olmayan, hatta okuma ve yazması dahi bulunmayan bir ümmiye gönderilmişti. Bu kitap, sanemlere, ağaçlara, kum yığınlarına, taşlara ve elleriyle yaptıkları şekilli yiyeceklere tapan, kızdıkları zaman onları yemeye kadar varan, hurafeler içinde bocalayan ve en çirkin hareketleri irtikap eden Araplar arasında tevhid akidesini yayarak putperestliği ve hurafeyi kökünden yıkmış, ahlaki yönden de ilk Müslümanları, insanlık için bir numune-i imtisal olarak ortaya koymuştu. Kur'an-ı Kerim'in irşadı sayesinde Müslümanlar, ilmin en samimi dostu olmuşlar, her gittikleri yerde onu aramışlar, öğrenmişler ve öğretmişlerdi. Kısa zamanda başarılmış böyle bir inkılabın eşi tarihte gösterilemez.
Cenâb-ı Hak, insanı, kâinata câmi bir nüsha ve on sekiz bin âlemi hâvi şu büyük âlemin kitabına bir fihrist olarak yaratmıştır. Ve Esmâ-i Hüsnâdan herbirisinin tecellîgâhı olan herbir âlemden bir örnek, bir nümune, insanın cevherinde vedîa bırakmıştır. Eğer insan, maddî ve mânevî herbir uzvunu Allah'ın emrettiği yere sarf etmekle hamdin şubelerinden olan şükr-ü örfîyi îfa ve şeriate imtisal ederse, insanın cevherinde vedîa bırakılan o örneklerin herbirisi, kendi âlemine bir pencere olur. İnsan, o pencereden, o âleme bakar ve o âleme tecellî eden sıfatla o âlemden tezahür eden isme bir mir'at ve bir âyine olur. O vakit insan, ruhuyla,  cismiyle âlem-i şehadet ve âlem-i gayba bir hülâsa olur ve her iki âleme tecellî eden, insana da tecellî eder. İşte bu cihetle, insan, sıfât-ı kemâliye-i İlâhiyeye hem mazhar olur, hem muzhir olur.
Reklam
154 öğeden 31 ile 40 arasındakiler gösteriliyor.