Butimarlar biteceği korkusuyla kıyısında yaşadıkları sudan içmezlermiş, bilir misin?" diye konuşmaya başladı. Hatta bazı butimarlar susuzluktan ölürmüş. Ne acı değil mi! Bir de bize bak! Biz insanlar denizleri, okyanusları kurutur, yine de ölmeyiz. Ölmemek için kendimizin dışında herkesi, her şeyi öldürürüz.
Sahi, ev neydi? Bir ev ne zaman gerçek bir eve dönüşürdü? Gerçek bir evin aslında neye benzediği üzerine çokça düşünmüştüm bugüne kadar. Dinlediğim masallardaki veya okuduğum hikayelerdeki gibi sıcacık, ışıl ışıl, içinden neşeli seslerin yükseldiği bir yer canlanıyordu hayalimde. Oysa biraz önce içinden çıktığım evin, hayalimdeki evle uzaktan ya da yakından bir alakası yoktu. Ev, özlenen olmalıydı. Bir evin gerçek bir ev olabilmesi için her şeyden önce içinde bir ailenin bulunması gerekmez miydi?
Ben yaşamımı bir dut ağacının içindeki külrengi tahtalara, bir viyoladaki yedi telin seslerine, iki kızıma adadım. Anılardır arkadaşlarım. Sarayımsa şuracıktaki söğütlerdir, akıp giden sudur, akbalıklardır, kayabalıklarıdır, mürver çiçekleridir.