"Ben sizin bu kadar kendini beğenmiş olduğunuzu düşünmezdim doğrusu. Ama olsun, yine de sizi bağışlıyorum çünkü bu sözlerin hepsi cahillikten, bilmezliktendir."
Bir gün, aklımda kaldığına göre bir pırıl pırıl, cam gibi parlayan sonbahar sabahıydı,ona Kadıköy iskelesinin kanepelerinde rastladım.
''Ne var ne yok Sait?'' dedim. ''Hikaye yazıyor musun?''
''Yok'' dedi, ''yaşıyorum''
Akşamüstleri Tünelden Taksime doğru sol kaldırımdan yürürseniz, gözünüze dalgın, siyah gözlüklü, yüzü kederli, ama müthiş kederli - yüzündeki keder besbellidir, elle tutulacak gibi, yüzü donup kalmıştır-, pantolonu ütüsüz, ağarmış saçları kabarmış bir adam çarpar. Bu adamın, bu Beyoğlu kalabalığı içinde bir hali vardır ki ( daha doğrusu her hali) size bu koskocaman şehirde yalnız, yapayalnız olduğunu söyler. Bu neden böyledir? Orasını kimse bilmez… Bazı adam vardır,insan yüzünde sırf hınç, kin okur. Bazısında gurur, bazısında neşe, bazısında bayağılık, aşağılık… Bu adamın üstünden başından da yalnızlık akar. Bir de bu adama, Kadıköy iskelesinin kanepelerinden birine oturmuş, heybeli köylüleri, çıplak ayaklı serseri çocukları, hanımefendileri seyrederken rastlarsınız.
Bu adam hikayeci Sait Faiktir