Âlimde anneye has bir özellik bulunur. O da şefkattir; demekki sevgiyle, koruyarak, kollayarak yetiştirdiğini ilimle tanıştırıp âlim kılar. Bu yönüyle âlim, muallimdir. Günümüzdeyse, muallime öğretmen diyoruz. Kavramın sözleriyle birlikte anlamları da başkalaştımı? Elbette. Öğretmen, yetişen gence kuru kuru bilgi yediren meslek erbâbıdır (profession). Para -maaş yahut ücret- mukabili "bu, böyle, şöyledir" usuluyla bilgileri değerlendirmeksizin aktarır, saatını doldurur, çeker, gider. Buna karşılık 'muallim/e' bilgilendirmeden ziyâde kendini kanıyla canıyla yetiştirme işine adamış 'görev erbâbı'dır (missionaire).
Eserimi, 12 Ekim 1925 tarihinde, İzmir'de Hükümet dairesinde icra edilen kabul merasimi esnasında, izhar eyledikleri (gösterdikleri] arzu üzerine Atatürk'e izah ettim. Ebedi Şefimiz, ertesi akşam İzmir Kız Öğretmen okulunda icat ettiğim bu raksı görmek istedi. Talebemden Muallâ ile birlikte oynadım. Atatürk tekrar ettirdi. Sonra beni yanına çağırdı ve halka hitaben şunları söyledi: "Hanımefendiler, Beyler... Selim Sırrı Bey Zeybek raksını ihya ederken ona bir şekl-i medeni vermiştir. Bu sanatkar üstadın eseri hepimiz tarafından seve seve kabul edilerek milli ve içtimai [sosyal] hayatımızda yer tutacak kadar tekemmül etmiş (mükemmelleşmiş), bedii bir şekil almıştır. Artık Avrupalılara 'bizim de mükemmel bir raksımız var!' diyebiliriz ve bu oyunu salonla aramızda, müsamerelerimizde oynayabiliriz. Zeybek dansı bu şekli ile her salonda kadınla beraber oynanabilir ve oynanmalıdır."
Sayfa 104Kitabı okudu
Reklam
Bir cemiyete alış veriş pazarlıkla yapılıyorsa, çocuklar birbirini yumrukluyor, her biri birer baba olan büyükler birbirlerinden RÜŞVET ALIYORSA, inananların imanına İNANMAYANLAR SALDIRIYORSA ve İNANANLAR BİRBİRİNDEN İNTİKAM ALIYORSA, eğer fazilet TARİH KİTAPLARINDA BİR EFSANE DİYE OKUTULUYOR ve ancak en büyük lokmayı kazanmasını bilen insan yüceltiliyorsa, mazlumların yanında onların göz yaşlarını kurulayan da bulunmadığı halde ZALİMLER ALKIŞTAN SAĞIRLAŞMIŞ HALE GELİYORSA, eğer çocuklar, büyüklerden daha kurnaz, YAŞLILARSA ÇOCUKLARDAN DAHA ÜMİTSİZ BİR HAYATIN KURBANI HALİNE GELMİŞLERSE... O CEMİYETTE MUALLİM (ÖĞRETMEN,EĞİTİMCİ) VAZİFESİNİ YAPAMAMIŞTIR. ORADA EĞİTİMCİ ÖĞRETMEN YOK DEMEKTİR. VE O DİYARDA EĞİTİM İFLAS ETMİŞTİR. (30 Aralık 1959 Nurettin Topçu Kuzey Kafkasya Türk Kültür derneğinde verdiği konferanstan )
Bir öğretmen öğrencisinin fikirlerinin aydınlanmasına çalıştığı, edep ve dinin kaynağını öğretmeye başladığı gibi onun meşrebini de dikkate alarak düşüncelerini aydınlatmaya ve ahlâkını da düzeltmeye çalışmalıdır. Çünkü onun saadet ve selameti ve kendisiyle birlikte yaşayıp geçinecek olanların hoşnut ve mesut olmaları başlıca buna bağlıdır.
Kalbiyle yüreğiyle sevenden korkulmaz
İnsan hiç sevdiceğini üzer mi? (Sevdiceği kelimesi, üzmekten önce geliyor.. anlayana) Aç kalır, aç bırakmaz.. Çaresiz kalır, çaresiz bırakmaz.. Soğukta kalır, üşütmez.. Ne hatası olursa olsun, kızmak üzmek darılmak yerine, tıpkı bir öğretmen gibi öğretir; cezalandırmak, zulüm etmek, zalimce ağlatmak yerine.. Çünkü insan zülüm ile abâd olmaz; abâd olmadan da muallim olunmaz..
Seneler Öncesinden Günümüze Spoiler
Erkekler belki mühendis , belki doktor , belki avukat veya muallim ( öğretmen ) olmuşlardı , fakat bunu bir fikir ihtiyacı olarak değil , iyi karnını doyurmak , iyi giyinmek , güzel karı alabilmek için yapmışlardı . Yani dimağ ( beyin) gibi en asil bir uzuvlarını midelerine ve tenasül ( üreme ) cihazlarına uşak olarak kullanıyorlardı . Yalnız ekmek parası düşünen ve asıl vazifelerini , tefekkür ( düşünme ) kabiliyetlerini tamamıyla unutarak basit birer makine haline giren bu kafalarda akıl , saf ve maddiyatın dışına çıkabilmiş akıl , artık lüzumsuz bir şeydi . Münevverlerimizde ( aydınlarımızda ) dimağların rolü körbağırsağınkinden daha fazla değildi .
Sayfa 138 - Olimpia YayınlarıKitabı okudu
Reklam
314 öğeden 261 ile 270 arasındakiler gösteriliyor.