Bu kez dünya edebiyatının zirvesinde gezinen romanlardan biri ile karşı karşıyayız.
Romanın oldukça ayrıntılı bir anlatım var. Konudan ziyade anlatım ön plana çıkıyor. Romanı okurken çok muhabbetli bir arkadaşınızın ya da ağzından bal damlayan bir arkadaşınızın, size bitmek bilmez hikayeler anlattığını düşündüm. Ama konuyu tam kavrayamadan.
Konusuna gelince, iki kızkardeş çocukluklarında ebeveynlerini kaybederek travma yaşıyorlar. Akrabalarının ellerinde büyüyorlar. Büyürken biri olağanüstülüğü düşlerken diğeri gerçekçiliği seçiyor. Yazarın ise olağanüstünün yanında yer aldığını görüyoruz.
Romanda sürekli kardan kadın heykeli yapılıyor. Işıl ve karanlık, göl ve su, yokluk ve varlık işleniyor. Göl, hem hayata hem de ölüme işaret ettiği söylenebilir.
Konular doğrudan verilmiyor, okuyucunun yorumuna bırakıyor.
Yazar, bu romanla kadın edebiyatının nasıl olmalı sorusuna cevap veriyor sanki.
Romanın kahramanı kahraman olmayı değil, ölümü öneriyor denebilir. Yazar yok oluşa ses kazandırıyor denebilir.
Modern zamanlar öncesi insan kendini toplumsal bir varlık olarak görüyordu. Modern zamanlarda ise insana bireysel bir varlık olması öneriliyor. İnsanlar bireysel olma eğilimindeler. Romanda ise, “toplumsal bir varlık olmazsan, çözülürsün ve yok olursun gibi bir mesaj veriyor denebilir.
Romanda kritik sayfalar: 56, 88, 134, 137, 156.
Bu arada, kitap kapağı son zamanlarda gördüğüm en güzel kitap kapağı.