Öncelikle belirtmek isterim ki romanı okumamın üstünden bir hayli zaman geçti.
"Bazı olayları bütünüyle unuttuğumdan da hiç kuşkum yok. Hatırladığıma göre bu yıllar birbirine benziyor, hareketsiz ve sıkıcı geçiyordu. Yalnız, ta içimden gelen bir dirilme, yenilenme, yeni hayata kavuşma isteğinin umutlanmak için kuvvet, sabır verdiğini iyi hatırlıyorum."
Bu sisli ve muğlak beynin arka planında kalan hafızanın hatırladığı kadarıyla görsel hafızasını çok sevdiğim bir roman olmuştu. Yer yer sıkıldığım kısımlar olmuştu lakin genel hatlarıyla beğenmiştim. Hapishane hayvanlarının anlatıldığı kısımlar da çok hoştu kanımca, anlatım ve aktarım açısından. O günlerde pek evden çıkmıyordum. Roman okumak sayesinde delirmekten kurtuldum dediğim birkaç ânı hatırlıyorum. Mevzubahis olan beynimin düşünecek bir şey bulamayınca kendini kemirmesiydi. Romanları kemirmesi daha iyi haliyle:)
Balkon kapısının bitişiğindeki duvara yaslanıp son kalan sayfalarıda bitirdiğimde pamuk gibi bırakmıştı beni birkaç düşünceyle.
Dostoyevski üslubu işte.
Roman okumayı sevmemin nedenlerinden biride bu.
Son olarak o an yazdığım bir dörtlüğü de eklemek istiyorum.
Neden ruh yalnızlıkta kendini hasta eder ?
Ruh en sonunda derinlere iner.
İnsan arayıp konuşmak ister, aptallıkla sıyrılmak diler.
Çünkü yaşamın boşluğunu daha fazla öğrenmek ruhunu deler.