Ömrümüz! Koca hayatı sığdırdığımız büyüklükte ama kozmoz ile kıyaslanınca küçücük bir kum tanesi olan ömrümüz! Bir baştan bir başa akrabalar, dostlar, beraber içilen çaylar , yalnız gidilen istasyonlar uğruna edilen kavgalar ve her halükarda borçlu çıktığımız ömrümüz.
İbrahim Sadri'nin dediği gibi "Ömrüm, Yağız ömrüm, gül ömrüm. Düştüğüm ateşlerde feryadlara gömdüğüm dağlı ömrüm."
Ömür konusu burada biter. Şimdi asıl mevzuya geçelim.
Tepeye tırmandığımı zannederken aslında bayır aşağı koşmak. (İvan ilyiç'in Ölümü / Tolstoy)
Herşeyi sığdırmaya yeterince yer ve zaman olan ömürde allah kimseye sığdıramayacağı hastalık vermesin. Zira kişinin sağlığında etrafında pervane olan insanların hastalığında ise yangından kaçarcasına ondan uzaklaşmaları ne denli hazin ne denli korkunç bir durum olduğunu İvan İlyiç'in gözünden görüyoruz. Gerçi sağlıklı bir insan da ölüme doğru heran hareket halindedir ama hasta insan bu hareketi tüm zerreciğiyle görür, anlar.. Bir nebze soylu ve ihtisaslı olan İvan İlyiç adındaki kardeşimizin hayatı salonlar ve fiyakalardan bir anda gül kurusu akşamlara dönüyor. Tabiki Çevresinde ışıltı kalmayınca doğal olarak avuçlarında kalmış güzel anılar ve düşünceler devreye giriyor. İşte bu anılar hasta döşeğindeki bir adama en az ölümün ayak sesleri kadar korkunç gelir. Küçük anılar ve hatıralar ne kadar da büyükmüş diyorsun bir hastanın gözbebeğinden. Konuyu çok dramatize ettim ki bunun farkındayım. Siz de Tolstoy'un bakış açılarıyla bunun farkına varmak istiyorsanınız bu kısacık kitabı mutlaka okuyun derim.
İyi okumalar dostlar