Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Oguzhan A

Bandoların, bayrakların, flamaların torenlerin ve kitlesel gösterilerin, kilise cemaati yuruyuslerinden, şeytani kaçırmak için yapılan şeylerden prensipte hicbir farkı yoktur. Ancak devletin güç gösterileri, dinsel torenlerin aksine, bireye içindeki şeytani hislere karşı hiçbir korunma sağlamayan kolektif bir güven duygusu verir. Sonuç olarak, birey devletin gücüne, yani kitle zihniyetine daha fazla sarılacak, böylece kendini devlete hem fiziksel, hem de manevi olarak daha fazla teslim edecek ve sosyal kudret ve yetkisini tümüyle yitirecektir. Tıpkı kilise gibi, devlet de kişilerden şevk, özveri ve koşulsuz sevgi talep eder.
Reklam
Ingiliz kozmonolog Fred Hoyle, karbon ve oksijen atomlarının çekirdeklerinde, enerji düzeylerinin dikkate değer rastlantısal konumlarını keşfetti. Bu enerji düzeyleri olmasaydı, var olmamız da olanaksız olabilirdi. Fred Hoyle, bunu açıklamak için aşağıdaki gerekçeleri öne sürdu: Kanıtları inceleyen herhangi bir bilimcinin, çelirdek fiziği yasalarının, onların yıldızların içinde yol açtığı sonuçlar dikkate alınarak ve bilrerek tasarlandığı sonucunu çıkarmaktan kaçınabileceğini sanmıyorum. Eğer bu doğruysa, rastlantısal görünen herhangi bir küçük değişim, önceden düşünülmüş derin bir planın parçası haline gelir. Doğru değilse,tekrar dev boyutlu bir rastlantılar dizisine döneriz. Freeman Dyson'un elektromanyetik ve nükleer kuvvetlerin güçleri arasında ki daha başka rastlantılara tepkisinde de, benzer bir teolojik kuşku görülür. Bu rastlantılar evrimin biyolojik karmaşıklık üretebilmesinden çok önce, yıldızlardaki maddeleri hızla tüketerek, yaşamı destekleyen çevrenin yok olmasına yol açan nükleer reaksiyonları önler: "Evrenin derinliklerine bakıp, fizik ve astronomide bizim yararımıza çalışan birçok rastlantıyı farkedince, evren bir anlamda, sanki bizim geleceğimizi biliyormuş gibi görünüyor.
Şimdilik, evren, bekleyebileceğimizden çok daha anlaşılabilir olduğunu kanıtlamıştır. Maddenin elementer parçacıklarının iç uzaylarından uzak galaksilerin dış uzaylarına kadar, doğanın bütün panoramasında karşılaştığımız en karmaşık şeyin, kafalarımızın içindeki olması hayli ironiktir.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Evrenin doğuşu ve gelişimi üzerine düşünürken kozmik çocukluğumuzun kalıntılarını araştırıyoruz. Ve her safhada öylesine zekice tasarlanmış ve açıklanamaz biçimde kompleks bir yapıya sahip olan şeylerle karşılaşıyoruz ki, bunları verili gerçekler olarak görüyoruz.
Big bang süreci ve evrenimizin geçirdiği oluşum sürecinin tamamı, herhangi bir bilim kurgu meraklısının tahayyül edebileceğinden çok daha fantastik bir yapıya sahiptir. İnsanda hayret uyandıran şey sadece süreçteki zarif fiziksel işleyişler değil, üzerinden on beş milyar yıl geçmiş olmasına karşın bu tek olayın günümüzde hâlâ hissedilebiliyor olmasıdır. Bütün evren, (bizler de dahil olmak üzere) big bang sonucunda açığa çıkan enerjiden biçimlenmiştir ve bu enerjiye dayanarak varlığını sürdürür. Galaksilerin, insanlann, portakal suyunun ve yulaf ezmesinin aynı enerji topundan ortaya çıkmış olması bize, bizi ve diğer bütün her şeyi ortaya çıkaran metafiziksel güç hakkında bir şeyler öğretmelidir.
Reklam
19. yüzyılda hakim olan dünya görüşüyle, her şeyin rastlantısal reaksiyonlar sonucunda evrildiğine duyulan inanç meşru kılınabilirdi. Ama moleküler biyolojinin Pandora'nın gizli kutusunu açarak bütün bu kompleksliği gözler önüne sermesinden sonra böyle bir şey artık mümkün değildir.
Biyolojide basit olan bir şeyler var mıdır? Hayır yoktur. Her hareketimiz mucizevi biyokimyasal işleyişler içermektedir.
Moleküler biyolojideki gelişmeler, hayatın işleyişinin her safhasında görülen muazzam bir kompleksiteyi gözler önüne sermiştir, buradaki kompleksite oranı o kadar yüksektir ki eğer bunun adım adım oluşturulması için rastlantısal mutasyonlara bel bağlayacak olsaydık, Nobel ödüllü De Duve'un ifade ettiği gibi, "sonsuzluk bile bunun için yeterli olmazdı."
Dört temel gücün -yerçekimi, elektrostatik güç, kuvvetli ve zayıf nükleer güçler- varlığı için ortada mantıklı bir izahat yoktur ama bu güçler sayesinde evren bizim için yaşanabilir kılınmıştır, düzen ve istikrarla donatılmıştır. Ünlü fizikçi Freeman Dyson’ın söylediği gibi, “Doğa bize ümit edebilme hakkına sahip olduğumuzdan çok daha kibar davranmıştır.” Dört temel gücün birbiriyle nasıl uyum içerisinde olduğunu bir düşünün.
Böylece, Abbasiler devrinde, hadis ve ayetlerce çok bariz olarak belirtildiği şekliyle kulun Allah huzurunda sorumluluğu idealinden çıkarılmış ve büyük ölçüde bu ideale uyumlu, kişisel ve hatta toplumsal kanunlarla bütün ahlak ve ibadet alanına hükmeden, tamı tamına "vak'a hukuku" olmasa da her vak'aya ayrı ayrı uygulanan katı bir fıkıh yapısı oluşturulmuştu.
Reklam
Oscar Nieyemer
İnsan varlığının korunmadığını kabul etmemiz gerekir. Büyük bir zekâya sahip olduğumuz, engin bir devrim yaşadığımız, yavaş yavaş uzamı fethettiğimiz ve günün birinde uzak gezegenlerdeki kardeşlerimizle temasa geçeceğimiz, bilimin her şeyi açıklayabileceği kuşkusuz sürekli söyleniyor. Ama temel soru hâlâ şudur: Biz neden buradayız? Hayatın oldukça vasat olduğu, insanın doğup öldüğü, doğanın adaletsiz olduğu ortada. Bu koşullarda, uyum sağlamak, birbirimize el uzatmamız ve birlikte ilerlememiz, nasıl hareket edilmesi ve başkalarına yardım edilmesi gerektiğini hissetmemiz gerekiyor.
Federico Mayor
Ama komünist blok çöktü çünkü eşitlik inşa edilirken özgürlük unutuldu. Buna karşılık kapitalizm de çöküyor çünkü özgürlük inşa edilirken eşitlik unutuldu. Başka deyişle, toplumsal duyarlılık, yani özgürlük arzusu, aynı zamanda hakkaniyeti, dayanışmayı ve adaleti de gerektirir. Togo'da bir yönetici bana şunu söyledi: "Bizden hem kalıcı bir barış, hem de kalıcı bir sefalet isteyemezsiniz." Elbette haklıydı.
Julia Kristeva
Bence çok büyük bir sorumluluğumuz var ve kadınların erkekleri severek insanlığın anneleri olarak kalma arzuları belki de robotlaşmaya direnmenin en sağlam tarzlarından biridir.
Erwin Chargaff
Bilim insanlarını, tek tek karşınıza alıp, "Hayat nedir?" sorusunu sorarsanız, bize hayatı ortaya çıkaran şeyi, hayatın yansıdığı tepkime ve formülleri anlatırlar. Bu, aşağı yukarı, "Kitap nedir?" diye sorup da şu cevabı almaya benzer: Kitabın yapısını ayrıştırıyoruz, kâğıdı analiz ediyoruz, harflerin neye benzediğine ve hangi mürekkeple basıldıklarına bakıyoruz – ama kitabın içinde gerçekte ne olduğunu bilmiyoruz. Bu, doğa bilimleri için de geçerlidir, onlar da bunu bize söylemezler. Hiçbir bilim insanı, hiç kimse, hayatın ne olduğunu bilmiyor.
Adonis
Kimliğe dair köktenci diyebileceğim belli bir anlayış mevcut. Kimliğin önceden imal edilmiş bir şey, önceden var olan bir şey olduğu...ve insan varlığının önceden imal edilmiş bu kimliğin gerçekleşmesi olduğu düşünülür. Kimlik bir kaynak gibidir ve o soydan gelenler kimliklerini daima bu kaynağın içinde, bu kaynağın ağzında, fışkırdığı yerde bulmalıdırlar...Benimse başka bir kimlik anlayışım var. Kimlik asla önceden imal edilmiş bir şey değildir, kimlik daimi bir açılımdır ve geçmişten gelmez, gelecekten gelir! İnsan kendi kimliğini kendi eserini yaratarak yaratır. Dolayısıyla kimlik sonsuzdadır, bitmez, ölümle bile bitmez, tamamlanmaz, işte bu. Tam tersi yani!
Can sıkıntısı çocuğun hem bir şeyleri beklediği hem de bir şeyleri aradığı, alttan alta umudu barındıran kararsız bir süreçtir; bu açıdan can sıkıntısı dikkatin serbest bir şekilde dolaşmasına benzer...Ancak öncelikle erişkinin bu deneyimi onaylaması ve sabırlı davranması, yani onu olduğu gibi kabul edşp çocuğu oyalayarak can sıkıntısını sabote etmemesi gerekir. Çocuk gelişiminde can sıkıntısı, anne yanındayken çocuğun yanlız olma kapasitesinde düzenli bir kriz olarak ortaya çıkar. Diğer bir deyişle, sıkılma kapasitesi çocuğun gelişimi açısından bir başarı sayılabilir.
Reklam
Bütün bu patırtıya ne gerek var? Niçin dikkatimizi aslında son derece sıradan gibi görünen iki etkinliğe, konuşma ve dinlemeye yöneltiyoruz? İnsan sesinin ne özelliği var? Bu sorunun yanıtı son derece basit ve kısa: Sözelliği tam olarak yaşamamış bir insan, kişiye hayat veren, onu zindeleştiren okuryazarlık dünyasını tam olarak benimseyemez.
Biz büyük ölçüde, olduğumuzu sandığımız kişiyizdir ve çevremizdeki insanlar ve biz, kendimize ve başkalarına dair imgeleri ve böylelikle kendi kişiliğimizi ve kimliğimizi sürekli olarak bu yönde yaratıyoruz.
Ötekini etiketlemek ve kategorileştirmek, kaçınılmaz bir şekilde, algı sürecinin parçasıdır: Yorumda bulunmanın bir biçimidir; bu yorumlar dünyayı ve ötekini kavramak için oldukça yararlı araçlar olabilir. Bununla birlikte bizim atfettiğimiz etiketler aldatıcı ya da yanlış olduğunda problemler ortaya çıkar. Dünya ve öteki bir kez kategorileştiğinde, buna bağlı kalma ve bütün çelişik bilgileri bu imgelerle çakıştırma eğilimi sergileriz.
Aynı tür eğitimi, aynı kültürü, aynı dili paylaşmak, hissettiğimiz, gördüğümüz ya da düşündüğümüz şeyin aktarılabilir olduğunu ille de garanti etmez; kelimelerin özdeşliği, algı özdeşliğimizi asla kanıtlamaz. Bizim içsel deneyimlerimiz hem kişiseldir hem iletilmezdir;bunlar bizimdir, başka kim ya da ne olursa olsun aktarılamaz. Dil konusunda doğru olan, davranışlar konusunda da doğrudur. Öteki ile benim, benzer tutumlar benimsediğimizde aynı duyumları hissedeceğimizi bize hiçbir şey söyleyemez.
Kruasanın icadı
Fransa'nın bir diğer sembolü croissant Viyana'da doğdu. Adının ve şeklinin hilalden gelmesinin bir sebebi var. Hilal, bugün olduğu gibi o zaman da bir Müslüman sembolüydü. Türk birlikleri Viyana'yı kuşatmışlardı. Şehir 1683 yılının bir günü kuşatmayı yardı ve aynı gece, Peter Wender bir pastanenin fırınında croissant çöreğini icat etti: mağlupları ağza atıp yemek için.
Yağmur
İşkence odasında onu kralın temsilcisi sorguladı. -Suç ortakların kim? diye sordu ona. Ve Tupac Amuru yanıtladı: -Burada senden ve benden başka suç ortağı yok; sen zalimin, bense kurtarıcının suç ortaklarıyız ve her ikimiz de ölümü hakediyoruz.
Reklam
Eğer Kilise Hiyerarşisi öyle olduğunu söylerse, beyaz olarak gördüğümün aslında siyah olduğuna her zaman, hiçbir şüphe duymadan, inanmam gerekir.
Sıklıkla yıkanmak Muhammed sapkınlığının bir kanıtı sayılıyordu. Hristiyanlık İspanya'ya yegane gerçeklik olarak dayatılınca, Krallık müslümanlardan kalan bir sürü halk hamamının yıkım kaynağı olmaları gerekçesiyle yerle bir edilmesini emretti.
Unutmamak gerekir ki tüm genellemeci görüşler tutucudur. Ve açıklamalarımız sırasında Batı'nın Ortadoğu üzerindeki düşünceleri, tarihinde bu görüşlerin yerlerini ne derece kıskançlıkla koruduklarını ve kendilerini yalanlayan olayları nasıl görmezlikten geldiklerini açıklamıştık.