"Alt tarafı ölümlüydüm. Lakin kader örgüm henüz sonlanmamıştı. Sürgünüm Ariston Achaion'un yanına güzelliğinin güneşi dibinde diz çökmeye çıkmıştı."
Öyle bir adam ki Tanrı mı ölümlü mü belirsiz, altından saçları ve demirden bedeniyle Truva'nin duvarlarına şanı kazınmış, zaferlerinden Olimpos'a kadar arş dikilmiş. Hemen yanında ise evinden binlerce km öteye sürgün edilmiş"bir babanın gururu" PATROKLOS.
Akhilleus'u hep destanlara konu olan gücü ve hızıyla tanıdık ta ki bir gece Hekabe rüyasında bir alevin Truva'yi yerle bir edeceğini görene dek. Onlarca yıl süren bir savaş ve kaybedilen binlerce asker. Hepsi bir "alev" uğruna. Aşk uğruna.
Destanlar savaşın liderlerini yazarken, halkın selamlandığı o tahtların altında sevdiğinden ayrı düşmüş, huzursuz, özlemiyle bir mezar taşına çökmüş zavallı PATROKLOS ve yer altında eşini, dostunu ve yoldaşını kayıp bir gölge olarak bekleyen yenilmez Akhilleus.
"Şairlerinde söylediği gibi o benim ruhumun yarısı."
Şimdi alacakaranlıkta birbirine uzanan elleri birleşiyor ve ölüler diyarında ışık üzerlerine güneşmişçesine yağıyor.
Yaşam hepimiz için yorucu bir savaş meydanı. Bir gölgeye çekilip dinlenmeye kalksak Apollon misali duvarlarından atacak çok fazla insan var. Tökezleme şansımız pek yokken bu tümsekli yollardan koşmaya çalışıyoruz. Günün birinde bir gümüş para karşılığında kayıkçıyla selamlaşacağız hepimiz, yolumuzun Patroklos'un ellerine, Akhilleus'un lirine çıkması dileğiyle...