Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Öylesine

Reklam
Osmanoğulları çok konuşmasını sevmedikleri gibi, uzun yazmaktan da hoşlanmazlardı. Osmanoğulları büyük iş yaparlar, fakat bundan bahsetmezlerdi.
- İlkin adını korsunuz. Sonra bir kez kurar, hop sonuca gidersiniz. - Yok yahu! Öyle yapmam. Doğrusunu ister misin, ben öykünün nasıl yazılacağını da bilmem.
Sayfa 109Kitabı okudu

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Başka şeyler düşünülmeyen günlerde yaşıyoruz. Aşktan söz açsak hemen hemen ayıp oluyor. Çiçeklerden söz açılsa, neredeyse kuşlarla beraber onların da hicret ettiklerini söyleyeceğiz.
Şimdi, öyle yerlere gireceğim ki, oralarda insanoğlu, insanoğlu için ter döküyor, hakkını alıyor, keyfini sürüyor; ellerinde, derisinde hâlâ yaş sığır derisinin yapışkanlığı, zırnığın, asidin, iç yağının, lağımın kokusuyla akşamüstü evine memnun dönüyor...
Reklam
Bir lamba şişesinden yüzde yüz kâr, bir makaradan elli bin lira yapmak usulünü öğrenmişlerdir. Kocaman camekânlarında isimleri büyük dükkânlar, birdenbire insanların muhtaç oldukları her şeyi yasaklamışlardır. Yahut hiç sıkılmadan adeta günde bir liradan bir ay zam yapmışlardır.
Oğlunun yanındaki bir sandalyeye çöken Bay Button, yüzünü ellerinin arasına sakladı. "Yüce Tanrım!" diye mırıldandı dehşet içinde. "İnsanlar ne der? Ne yapacağım ben şimdi?"
Ana­okuluna üçüncü yıl da gönderildi, ama parlak kâğıt şerit­lerin ne işe yaradığını bile anlayamayacak kadar küçüktü artık. Diğer çocukların yanında küçük kaldığı için ağlıyor, onlardan korkuyordu. Öğretmen onunla konuşmayı de­nedi, ama Benjamin anlamak için büyük bir gayret sarf etmesine rağmen hiçbir şey anlamadı.
Bu, Bruno ile ailesinin hikâyesinin sonu. Elbette tüm bunlar çok uzun zaman önce oldu ve böyle bir şey bir daha asla olamaz. Bu zamanda ve bu çağda tabii ki...
Reklam
Gretel, annesiyle Berlin’e döndü ve zamanının çoğunu odasında ağlayarak geçirdi. Bebeklerini çöpe attığı için değil, haritalarını Out-With’de bıraktığı için de değil; Bruno’yu korkunç derecede özlediği için...
Ve sonra oda kapkara oldu ve yaşanan karmaşaya rağmen Bruno hâlâ Shmuel’in elini sımsıkı tutuyordu ve dünyadaki hiçbir şey Bruno’yu, onun elini bırakmaya razı edemezdi...
“Sen benim en iyi arkadaşımsın, Shmuel,” dedi. “Hayat boyu en iyi arkadaşım.”
Ama yine de öyle anlar vardır ki abla ile kardeş işkence aletlerini bir kenara bırakıp uygar insanlar gibi konuşabilirler.
“Buraya isteğin dışında getirildin, tıpkı benim gibi. Eğer bana sorarsan hepimiz aynı gemideyiz ve gemi su alıyor.”
“Bruno, bazen hayatta seçme şansımızın olmadığı şeyler yapmamız gerekir,”
Reklam
“Bunu duymak istemiyorum. Bir ev; bir sokak, bir şehir ya da tuğla ve harç gibi yapay şeyler değildir. Ev, insanın ailesinin olduğu yerdir, öyle değil mi?”
Açıkça görülüyordu ki annenin onun sözünü kesmesi sorun değildi; ama o yapınca kabul edilemezdi.
Çevrede dolaşan veya koşan insanlar yoktu; dükkânlar ve meyve, sebze tezgâhları da yoktu. Gözlerini kapattığında etrafındaki her şey boş ve soğuk geldi, sanki dünyanın en ıssız yerindeydi. Hiçliğin ortasında...
"Seni rahatsız eden bir şey var mı?" "Evet" diye yanıtladım. "Annem ve sığırcık kuşum iyiler mi acaba? Aklıma takılıyor da." "Dünya bir şekilde dönmeye devam eder" dedi yaşlı adam, kaşlarını çatarak. "Herkes kendini düşünür ve yaşamaya devam eder. Annen de öyledir, sığırcık kuşun da. Dünya bir şekilde dönmeye devam eder."
Mutlu Prens’i yanaklarından öptü. Küçük kırlangıcın cansız bedeni Prens’in ayaklarının dibine düşüverdi. Tam o sırada heykelin içinden garip bir çıtırtı duyuldu. Sanki bir şeyler kırılıyor gibiydi. Evet, gerçekten de bir şey kırılmıştı. Kırılan şey; Mutlu Prens’in kurşundan yapılmış kalbiydi. Kalp çatlayıp ikiye ayrılmıştı. Kış gerçekten de çok soğuk geçiyordu…
Reklam
Gözlerine bütün dünya gümüşten, Ay ise altından bir çiçek gibi göründü.
Hayır, çocukcağızı burada karın içinde ölüme terk etmek acımasızlıktır.