Öyle ya, diyordum, Osmanlılık; seferleri artık sona ermiş bir çürük tekne olabilir. Fakat biz sadece Osmanlı değiliz ki? Biz Osmanlı olmadan önce de Türk’tük. Bugün de Türk’üz. Kaybolmakta olan sadece Osmanlı vatanıdır. Halbuki Türk’ün vatani işte dünyayı kaplıyor. 
Gerçi biz evvelce de Türk’tük. Fakat kendimizi Türk diyemezdik. Türk sözü, bir çok ırkları, kavimleri birleştiren bir imparatorlukta, bir kavmin diğerleri üstünde tahakkümünü hatırlatır ve onları gücendirir diye düşünülüyordu. 
Ya Asya Türkiyesi? Fakat onun üstünde de; Türk, Arap, Kürt, Ermeni gibi ayrılıklar yok muydu? Bütün şu Arabistan’a biz, nasıl “bizim!” diyebilirdik ki, oralarda, yüzyıllardan beri israf edilen kanımızdan başka bizim olan hiçbir şey yoktu. 
Bu yıkılış, artık, sadece bir devletin mağlubiyeti değildi. Mesnetsiz bir hayalin sona erişiydi. Bir ruhun, bir zihniyetin tamamen çöküşüydü. Bir masal, bir imparatorluk masalı sona eriyordu. Meğer bizim saltanat zannettiğimiz şey, sadece bir gaflet uykusuymuş. 
O sıralar keçe külah ve keçe kalçınlar, halkın ve askerin bir nevi müşterek kıyafeti haline gelmişti. Fakat bu Hürriyet sarhoşlugu uzun sürmedi. Bu güzel alemine ilk ihanet eden, evvela padişahın kendisi oldu. 
Yüzbaşı Fallon Almanları gaddar, fırsatçı asker olarak nitelendiriyor. Buna karşılık Türkler için “Bir şeytan gibi savaşır ama centilmendir, aciz olana saldırmaz ve dokunmaz” diyor.