O kentteki ikametimin bir çılgınlığa yol açmasının bir bakıma hiç özel yanı yoktu, öyle ya, orada yaşayanların hepsi tedirgindir ya da psikolojileri bozuk kişilerdir. Çünkü dünyada değildirler, bu da oradan çıkıp dünyaya (örneğin Londra'ya) adım attıklarında soluksuz kalmalarına, kulaklarının çınlamasına, denge duygusunu yitirip tökezlemelerine ve alelacele yaşamlarına olanak veren ve yaşamlarını koruyan kente geri dönmek zorunda kalmaları için yeterlidir: Oxford'dayken zamanın içinde bile değildirler. Oysa ben zamanın da dünyanın da (örneğin Madrid'de) içinde bulunmaya alışkındım, dolayısıyla benim sapıtışım, o gece fark ettiğim gibi, başka bir türden olmalı, belki de kuralın tersine işlemeliydi. Hep dünyanın içinde bulunmuşken (yaşamımı dünyada geçirmişken) apansızın kendimi dünyanın dışında görüyordum, sanki bir başka fiziksel ortama, suya taşınmış gibiydim. Çılgınlık durumumun tam bilincine erişmem, Clare Bayes'in bakışında beklenmedik biçimde çocukluğumun beliriverişinden kaynaklanmış da olabilir, zira kişinin dünyada en yerleşik olduğu dönem çocukluk dönemidir ya da, tam çocuklar gibi söylersek, dünyanın en çok dünya olduğu, zamanın daha özlü olduğu ve ölülerin henüz yaşamın yarısını kaplamamış oldukları çağdır.
Kitap beni çok içine çekemedi. Hikaye sayısı çok fazla ve çok kısa. Hikayeden çok yazarın o an içinden geçen düşünceleri, hayalleri gibi. Ve bu düşünceleri zihninde oturtmadan sanki direkt yazıya aktarmış gibi. Hatta sanki rüya görürken gördüklerimizin alakasız yerden yere atlaması gibi. Bazı hikayelerde kendine çok yüklenmesi bende yazarın kendini sevmediği fikri oluştu. Hikayelerde bazen tam bir his bir duygu yakalıyorsunuz ama hemen devamında bir boşluğa düşüyorsunuz. Yazarın içinde yaşadığı karmaşık duyguları bir türlü yakalayamadım. Hissedemedim. Bilmiyorum belki ben hissedemedim. Akşamki söyleyişiyi merakla bekliyorum
Yolum dikti, yüzüm pisti, geldim üstesinden
Anlatılan önemsiz, hakikat olumsuzdu
Ben, sanki dev bir korkuluktum
Boran çıktı, kolum koptu, yine de korkusuzdum
"Bir şeyler yapıyorum, yürüyorum, konuşuyorum, yemek yiyorum yani her zaman yaptığım işleri sürdürüyorum ama nasıl anlatsam, bir boşluk duygusu içimde. sanki içimde derin bir hiçlik var."
Çok mu geç kaldım bu kitabı okumak için? Yoksa tam zamanında mı okudum? Bilemiyorum… Öyle bir sarstı ki beni, sanki değiştim. Bakış açım, ruhum, hissettiklerim… Kendimi, kaderimi, hayatımı, sevdiklerim ve sevmediklerimi sorguladım. Bazen bir cümleyi üç kez okudum, gözlerimi kapattım, düşündüm ve yaşadım. Ben böyle felsefik sözlerin altında ezilir miydim? Ezilirmişim. Çok iyi geldi bana, belki bir ilaç, belki bir merhem. Zaman zaman da yaraya tuz, gerçeklerin suratıma tokat gibi çarpışı… Acaba dedim, daha önce okusam şu an başka bir ben olur muydum? Sıkı bir hayat dersi aldım. İyi ki daha da geç olmadan okudum. Tavsiye değil ısrarımdır; okuyun, okutun. Ha bir de kaderinizi sevin!
Nə qədər çalışsan da ömrü-ömrə, günü-günə qəlbi bir başqa qəlbə calaya bilmirsən..
Əgər təməl zəifdirsə o təməl üzərində qurulan bina əvvəl-axır çökməyə məhkumdur. Kənardan hər nə qədər bəzək vurmağa çalışsan da, kənardan hər nə qədər xoşbəxt görünməyə çalışsan da, almanı qurd içindən yediyi kimi bəzək vurub örtməyə çalışdığın həqiqətlər də eyni
BOYET
Aşıklarım deyimiyle, vurgun yedi.
PRENSES
Bunu da nereden çıkardın?
BOYET
Nereden mi? Bütün ifade gücü gözlerinde toplanmay Ve gizlice büyük bir arzuyla size bakıyordu. Yüreği üzerine simanız resmedilmiş bir akik taşıydı
Ve bununla iftihar ediyordu sanki,
Gözlerinde de gurur ifadesi vardı. Heyecandan dili sürçtü, ne diyeceğini şaşırdı,
Sizden başkasını görmez oldu, ayakları birbirine dolaştı.
Bütün duyuları bir noktada yoğunlaşmıştı, O da güzellerin en güzelini görmek içindi. Bana bütün duyguları gözlerindeymiş gibi geldi, Gözleri ise içinde prenslere layık mücevher saklanan,
Saklandıkları yerden kendi değerlerini sunan Ve geçerken almanızı işaret eden billur camlar gibiydi.
Hayranlığı yüzünde bir kitap gibi okunuyordu, Bütün gözler onun gözlerini gördü, Büyülenmiş gibi size bakıyordu.
Aquitane'i alabilirsiniz, alabilirsiniz neyi varsa, Benim hatırıma, ona vereceğiniz bir öpücük karşılığında.
Düşünen bir insan olgunluğa eriştiğinde ve tam bir bilinç kazandığında kendini istençsiz olarak sanki çıkışı olmayan bir tuzağın içindeymiş gibi hisseder.
Yeri hazır burdayım bu tarafa getirin.
Şu tahtadan konağı yere doğru indirin.
İki kişi iner önce o çukurdan içeri,
Biri benim biri de yakınlarından biri.
Gitmek istemez sanki bakıverir ardına,
İstemese bile geldi artık yeni yurduna...
Beyaz bir kumaştan ibarettir kostümü,
Uçussun kürekler örtüverin üstünü.
Anne baba kardeşlerim kim varsa geride kalan,
İşte gerçek yurdumuz,
Gerisi büyük yalan