Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

İlker

İlker
@saudakur
septem sermones ad mortuos
St petersburg
20 Ağustos 1992
80 okur puanı
Temmuz 2020 tarihinde katıldı
bütün bir öğrenme süreci, gerçekte zaten sahip olduğumuz düşüncelerin anımsanmasıydı. Aslında yeni hiçbir şeyi öğrenmiyor, sadece hafızamızı canlandırıyoruz. Hayat önceden bildiklerimizi anımsama mücadelesidir.
Reklam
Pyrrhon, felsefesini, mutlu olmak isteyen herkesin sorması gereken üç soru şeklinde düzgünce özetledi: Şeyler gerçekte nasıldırlar? Onlara karşı nasıl bir tutum içerisinde olmalıyız? O tutumu sahiplenen kişiye ne olacaktır?
Depresyon narsisist bir hastalıktır. Depresyona yol açan şey, aşını abartılı, hastalıklı bir şekilde çarpıtılmış bir "kendini referans alma'dır. Narsisist-depresif özne kendinden bitap düşmüş, yıpranmıştır. Dünyasız kalmış, Başka tarafından terk edilmiştir.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Giderek daha da narsisistleşen bir toplumda yaşıyoruz bugün, Libido esasen kendi öznelliğine yatırım yapıyor. Narsisizm kendini sevmek değildir. Kendini seven özne, Başka'yla arasına kendi lehine işleyen negatif bir sınırlama getirir.
Her eş bir ekrandır. Onun üzerine arzumuzun fantazisini yansıtır, bu yansımayla ilişkiye gireriz. Kuşkusuz yansıttığımız şey kendimizden başka bir şey değildir. O yüzden her cinsel ilişki mutlak bir narsisizmdir. Çok iyi kamufle edilmiş bir mastürbasyondur; ensestin şahikasıdır.
Reklam
Şöyle düşünelim: Düşünmek, düşünce de insanın ayırt edici özelliklerinden biri, ama “düşünsel ilişki" diye bir şey var mı? Düşünürken yalnızız, düşüncelerimiz sadece bize ait ve "içeride". Bunu bir ilişki biçimine dönüştürürken dile başvuruyoruz. Kuşkusuz "düşünürken" de dil kullanıyoruz, ama düşünceyi paylaşmak için onu bir ifadeye, ya da yeni Türkçesiyle, "sözce"ye (enoncé) dönüştürmeliyiz. Düşünürken kullandığımız dil ise sözcelerden oluşmuyor. Sözce, yani söylenen, ağızdan çıkan ile, kastedilen, meram edilen hiçbir zaman aynı şey değil. Araya bir sözceleme (enonciation), söze dökme aşamasi giriyor ki, o bizim niyetimizden bağımsız; bir yandan bilinçdışımız, öte yandan da dilin gelenekleri, konvansiyonları, kuralları tarafından belirleniyor.
Bir tartışma, dalaşma ya da münazara sırasında söylemediğiniz, söylemeyi aklınızdan bile geçirmediğiniz bir şeyi söylemekle suçlanmadınız mı hiç? Karşınızdaki yalan söylemiyordu o sırada, onun kafasında yarattığı "siz” kuklası o sözü söylemişti zaten. Bazı insanlar dinlemezler, siz konuşurken bir sonraki konuşmalarını hazırlarlar, o sırada da kafalarındaki “siz” kuklasını konuşturup bir sonraki tiradları için en uygun pası verdirirler. Çok tuhaf gelmemeli bu bize: "Diyalog" denilen felsefi formun yaratıcısı olan Platon'un yaptığı bundan başka bir şey midir zaten? Karşısındaki, "diyalog”u (ikili sözü) mümkün kılacak bir kukladan başka bir şey değildir, ama gereklidir de, yoksa yapılan işin adı monolog olurdu.
Hepimiz kıskanırız, her zaman. Eğer kıskanmasaydık, herhangi bir şeye sahip olduğumuzu nasıl anlardık? Kıskançlığın olmadığı bir dünya, herkesin her şeyden yoksun olduğu bir dünya olmaz mıydı? Ya da en azından kendini her şeyden yoksun sandığı? Hasetle kıskançlık arasındaki fark, belki de bir şeyden yoksun olmakla kendini o şeyden yoksun sanmak arasındaki farktır.
Her ilişkide "bir şeyler eksik"tir mutlaka. Maazallah, ya olmasaydı? Nasıl kurtulurduk o ilişkiden? Hiçbir şeyin eksik olmadığı bir ilişki cennete benzerdi herhalde, ya da bir ütopyaya. Dahrendorf'a bakılırsa, ütopyalarla mezarlıklar arasındaki tek fark, arada bir de olsa, mezarlıklarda bir şeylerin olmasıdır.
x
Burada "psike" (ruh/akıl) öntakısını alan disiplinlerin farklarıni tartışacak değilim. Ancak adları ne olursa olsun, bu disiplinleri uygulayan kişiler esasta despot bir zihniyet benimser, "hakikat" adına bildikleri birkaç genel-geçer doğru kırıntısının da evrensel bir hakikati temsil ettiğine inanırlarsa, ortaya psikiyatri, psikoloji ve psikanaliz adına uygulanan bir zorbalıklar dizisi çıkar ki, diğer ikisini bilmem ama, ben psikanalizin bu oyuna kurban gitmesine seyirci kalmak istemem. Psikanaliz doğruları bilmez, onları aramamıza yardımcı olabilir sadece.
Reklam
Çünkü gerçekten de, dikkatimi bir şeyin üzerine yoğunlaştırdığım ve onu muğlak bir biçimde algıladığım şeylerden ayırabildiğim takdirde çok mükemmel bir biçimde algılayabileceğimi gördüm. Bundan böyle bu bilgiyi özenle saklayacağım.
Öte yandan, benim var oluşumda bir değil, birkaç nedenin rol oynadığını; Tanrı'ya atfettiğim mükemmelliklerin bir tanesine dair olan ideyi bunların bir tanesinden, diğerinin idesini de başka bir tanesinden edindiğimi; tüm mükemmelliklerin evrenin bir yerlerinde bulunduğu ama bunların tek bir Tanrı oluşturacak biçimde bir araya gelemediklerini varsayamayız.
Aslında, bilgimin artıp, adım adım mükemmelliğe ulaştığını görmekteyim, bilgi dağarcığımın sonsuza kadar artmasını engelleyebilecek bir şey de görmüyorum, dolayısıyla kendimi geliştirip mükemmelleştikçe, kutsal doğaya ait tüm mükemmellikleri de bu yolla edinebileceğimi, bunun önünde de bir engel olmadığını; bu mükemmellikleri edine bilme gücüne sahip olduğuma göre, yani bu mükemmellikler bende de varsa, kendi idelerini bana geçirip, iz bırakabileceklerini de düşünmüyor değilim.
Şunu da anlasam aslında yeterli olur: Açık ve net bir şekilde algıladığım ve içinde bir mükemmellik bulunduğuna inandığım bütün şeyler ile muhtemelen bilmediğim, sonsuzluğa sahip diğer şeyler de Tanrı'da biçimsel ve en üst düzeyde bulunurlar. Böylece, sahip olduğum ide, zihnimde bulunan bütün idelerin en gerçeği, en belirgini ve en neti olur.
182 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.