Ben ne kadar çok nefret edip de kaçarsam kendimden,
kadınım, yardım et diye, o kadar sana koşarım;
öylesine güçlüdür ki ruhumdaki umutlarım,
kaygım da azalır sana yaklaştıkça ben.
Hangi güzelim vaatler bana gelmişse cennetten
hepsine senin yüzünde kavuşmaya can atarım;
sezerim ki kurtuluşum o büyülü gözlerdedir,
ama hep şunu anlarım
bakınca başka herkese;
yürek aşkla çarpmıyorsa gözün gücü beyhudedir.
Işıltılar neye yarar hiçbir vakit görülmezse
ya da benim özlediğim kadar soylu değilseler,
çünkü aşırı seyrek görmek, unutmaya çok benzer.
Ben ne kadar çok nefret edip de kaçarsam kendimden,
kadınım, yardım et diye, o kadar sana koşarım;
öylesine güçlüdür ki ruhumdaki umutlarım,
kaygım da azalır sana yaklaştıkça ben.
Hangi güzelim vaatler bana gelmişse cennetten
hepsine senin yüzünde kavuşmaya can atarım;
sezerim ki kurtuluşum o büyülü gözlerdedir,
ama hep şunu anlarım
bakınca başka herkese;
yürek aşkla çarpmıyorsa gözün gücü beyhudedir.
Işıltılar neye yarar hiçbir vakit görülmezse
ya da benim özlediğim kadar soylu değilseler,
çünkü aşırı seyrek görmek, unutmaya çok benzer.
Kör bir ölüsün,işitmiyorsun! Seni hangi cennete yerleştireceğimi bilmiyorsun! Ruhumdaydı cennetin,çevrene serecektim onu!Fakat sen beni sevmeyecekmişsin, önemi yok.
“Diğer yanda sen. Diğer yanda sen ve davranışların. Diğer yanda korktuğunda bana sığınman. Ve en beteri...” İç geçirdi.”Benden korktuğunda bile bana sığınman.”
Kurduğu cümledeki her harf bir araya gelip ruhunu ruhuma bağlayan zincirlere dönüşürken tenime dokunan teni âdeta cehenneme davetiye çıkarıyordu.Ona her dokunduğumda ruhumdaki o kara boşluktan alevler yükseliyordu.
Sen cennetin varlığından gurur duy, demişti Ediz. Ben cehennemi istiyorum
Çığlıklar, sakat kalan ruhların ninnileriydi.
Ölüm, sayıklamaları...
Bazı ruhlar vardır ki karanlıkta var olan, aydınlığı unutan; acıyı kucaklayan ve kurtulma arzusundan sıyrılan.
Şahmeran.
İçinde sakat bir ruh taşıyan o bedenin adı buydu.
Kör bir ölüsün, işitmiyorsun! Seni hangi cennete yerleştireceğimi bilmiyorsun! Ruhumdaydı cennetin, çevrene serecektim onu! Fakat sen beni sevmeyecekmişsin, önemi yok. Her şey <olduğu gibi>
kalacaktı.
En nihayetinde şarklı bir dervişim ben,
İçimizin buz dağlarını güneşe çeviren,
Başı bulutları delen,
bir dağ kadar yalnızım.
Gün olur ormana döner kalbim,
Gün olur ölü bir kenttir içimdeki ses...
En nihayetinde dağlı bir yolcuyum ben,
‘O’nu ruhumdaki boşlukta arayan...
Çiçeğe duruyorum mütebessim surette
Göğümden bir kuş kafilesi geçiyor.
Ucu Endülüs’e değen bir harf
dokunuyor parmaklarıma,
Su yürüyor nazlı hilal tenine,
ay ışığında üşüyorum...
Oysaki yıldızları dost bilmiştim kendime,
Her biri gözlerine ayrı ayrı benziyor diye...
Şarklıyım ben Sitare, Garbı bilmem.
Bizim oralarda adına yakılan birçok
türkü vardı.
Her biri mırıldanınca dilimde
intihar ediveren...
Kimim ki ben?
Yokluğunun melâl denizinde
kıyama durup,
Cennetini bekleyen bir dervişim sadece...
_İslam = Arapçılıktır. Asimilasyonla inananı araplaştırır. Her müslüman halk, araplaşmaya mahkumdur. Kuran’ın kendisi, Araplar için Arapça olduğunu söyler.(Şura 7) İnsanın tüm yaşantısı, giyimi, yemesi, içmesi, gezmesi, eğlenmesi, sevmesi, düşünmesi ve inanması “çöl bedevîlerinin kabile kanunu” ölçütlerine göre ayarlanmaktadır. İslamlaşarak milli
Kör bir ölüsün, işitmiyorsun! Seni hangi cennete yerleştireceğimi bilmiyorsun! Ruhumdaydı cennetin, çevrene serecektim onu! Fakat sen beni sevmeyecekmişsin, önemi yok. Her şey "olduğu gibi" kalacaktı. Öylece kalacaktı her şey..
Kör bir ölüsün işitmiyorsun!Seni hangi cennete yerleştireceğimi bilmiyorsun!Ruhumdaydı cennetin,çevrene serecektim onu!Fakat sen beni sevmeyecekmişsin,önemi yok.Her şey olduğu gibi kalacaktı.Öylece kalacaktı her şey.Bana her şeyi bir arkadaş gibi anlatacaktın,neşelenecektik,birbirimizin gözlerine neşe ile bakıp gülüşecektik.Bir başkasını da sevsen dert etmeyecektim!İkiniz beraber gezer,gülüşürdünüz,ben de sokağın diğer ucundan izlerdim sizi...Ah,her şey kabulüm;gözlerini bir kez açsın yeter!Bir anlığına,ah bir anlığına!Az önce önünde durup sadık karım olacağına dair söz verirken baktığı gibi bakabilse bana!Ah,işte o bakışla her şeyi anlayabilecekti.
Tann'nın cennetinin ortasında, yani ken di ruhumuzun çok derinliklerinde bulunur, ve onun üzerinde bol bol yetişen, gelişip olgunlaşıp mükemmelliğe erişen, en kusursuz ve yaşam-verici meyve Sevgi'dir. Sevgi, onun ger çek karakterini algılayanlar tarafından, dünyadaki en büyük şey olarak tanımlanmıştır. Ben, onun dünyadaki en büyük
"Şiddet-i şefkat ve rikkatten (acımaktan), bu kışın şiddetli soğuğuyla beraber mânevî ve şiddetli bir soğuk ve musibet-i beşeriyeden bîçârelere gelen felaketler, heläketler, sefaletler, açlıklar, şiddetle rikkatime dokundu. Birden ihtar edildi ki: Böyle musibetlerde kâfir de olsa hakkında bir nevi merhamet ve mükâfat vardır ki, o
Kör bir ölüsün, işitmiyorsun!
Seni hangi cennete yerleştireceğimi bilmiyorsun! Ruhumdaydı cennetin, çevrene serecektim onu!
Fakat sen beni sevmeyecekmişsin, önemi yok.