bu mektup sana değil/
susma yaşına gelen eşyalara/ dünyanın kaç harikası var biri de yutkunmak/ önümü ilikleyip çıktığım dışarılar/ biliyorsunuz bazı fotoğraflarda canı sıkılan bir ağaç gibi bakıyorum dünyaya/ umduğum felaket bu değildi diyorum/ bu dünyada birini sevdik o da öldü diye karşılandığım bir yasta/ göğe bakıyorum/ ben de aferin diyorum tanrıya/
çünkü şöyle savaşlara inandım/ sonuncu dünya savaşında kaç asker intihar etti/ kaç kez yutkundu dünya/ olsam mutlaka yanlış yerde nöbet bekleyen bir asker olacaktım/ kırk gün kırk gece aynı dalgınlıkla/
bu yüzden bu mektup sabaha karşı yalnız olan bütün eşyalara
Biliyorsunuz bazı fotoğraflarda canı sıkılan bir ağaç gibi bakıyorum dünyaya,
Umduğum felaket bu değildi diyorum
Bu dünyada birini sevdik o da öldü diye karşılandığım bir yasta
Göğe bakıyorum ben de aferin diyorum Tanrı ya.
Çünkü şöyle savaşlara inandım sonuncu dünya savaşında kaç asker intihar etti
Kaç kez yutkundu dünya,
Olsam mutlaka yanlış yerde nöbet bekleyen bir asker olacaktım
Kırk gün kırk gece aynı dalgınlıkla
Sana yapılanları unut demiyorum. Zaten unutma şansın yok. Sadece unutmuş gibi yap ve onu affet. Bu seni küçültmez aksine yüceltir. Çünkü sen, sana acıyla ve hayal kırıklığıyla gelen bir insanı affedecek kadar yürekli ve merhametlisin! Çünkü sen onlar gibi değilsin. Çünkü sen herkes değilsin. Çünkü sen, sensin ve senin onlardan en büyük farkın bu!
Biz yine her zaman olduğu gibi yarım kalanı oynadık ve hiç kimse tarafından asla tamamlanmadık. Buna ihtiyaç duymadık. Çünkü yarım kalmaya da alışmıştık.
Uzun yıllar önceydi
deniz kıyısındaki bir krallıkta
belki bilirsiniz, bir kız yaşardı
Annabel Lee adıyla
ve bu kız, hiçbir şey düşünmezdi
bence sevilmek ve beni sevmekten başka.
O da ben de çocuktuk
bu krallıkta deniz kıyısındaki
ama aşktan da öte bir aşkla sevdik ben ve Annabel Lee
öyle bir aşk ki kanatlı serhapları