Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Şewâl

Şewâl
@shewal0024
"Bazı kitaplar diyorlar ki felaketlerimiz, kendi hareketlerimizin cezasıdır. Yaşamasını bilsek, mesut oluruz. Birçok ızdıraplarımız, kendi kendimize uydurduğumuz bir kuruntudan ibarettir. Hep bize saadet vermek için etrafımızda bekleyen şeylerden çoğunun farkında olmayarak yaşıyoruz. Güneşin vücudumuza verdiği diriliği, suların tatlılığını, sabahların tazeliğini, akşamların rahatlığı ve sükûnunu, iki taze yumurtadan gelen hayatı, samimî dostlar arasında geçirilen tatlı bir sohbet saatini, bir musikî namesindeki vecdi, ev hayatının küçük küçük, ama zengin sevinçlerini, başkalarına yardımdaki gönül huzurunu, kitapların zevke ve fikre hizmetlerini, ibadetin saf güzelliğini, memleket, insanlık, aile aşkını... istihfaf ederiz de, bize bir saniye zevkten sonra, uzun yorgunluklar, istiraplar bırakan fani hırsların peşinde koşarız. Bu kitaplara göre bedbin olmak bir suç ve bazı insanlara göre de hayat, ne iyi, ne fenadır! O bizim telâkkimize göre bazı iyi, bazı fena; hem iyi, hem fenadır."
Reklam
Nasıl anlatsam bilemedim. Bin sene heyecanla beklediğin bir şey sonunda gelmiş de gerek kalmamış gibi..
Yürümekten şikâyet etmem. İnsan isteyince mesafenin önemi yoktur; sadece üç mil. Akşam yemeğine dönerim." "İyi kalpliliğindeki bu enerjiye hayranım," diye gözlemledi Mary, "ama her duygusal tepki aklın sınamasına tabi tutulmalıdır; kanımca, gösterilecek tepki duyulan ihtiyaçla orantılı olmalıdır."

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
"Bu çok doğru," diye cevapladı Elizabeth, "ben de gururunu kolayca affedebilirim, benim gururumu yaralamasaydı." "Gurur, " diye gözlemde bulundu Mary, her zamanki gibi fikirlerinin sağlamlığıyla övünç duyarak, "bence çok yaygın bir kusurdur. Okuduğum onca şeyden sonra şuna inandım ki gerçekten çok yaygın; insan doğası gurura bilhassa eğilimli; o ya da bu gerçek ya da hayali bir özellikten ötürü kendinden memnuniyet duymayan pek az kişi vardır. Gurur ve gösteriş farklı şeyler, ama sık sık aynı anlamda kullanılıyorlar. İnsan gösteriş düşkünü olmadan gururlu olabilir. Gurur daha çok kendimizle ilgili görüşümüze bağlıdır, gösteriş ise bizim hakkımızda başkalarına ne düşündürtmek istediğimize."
Nietzsche bu çılgınlığın suç ortağı olmamak gerektiğini yapılması gerekenin onlara faturayı uzatmak olduğunu söyler. Çünkü artık insan olmanın değil vida olmanın bir bedeli vardır ve zenginlik gibi bir dışsal amaç için insanın değeri harcanmaktadır. "Nasıl büyük miktarda içsel değer böyle bir dışsal amaç için fırlatılıp atılıyor!" Fakat Nietzshce sadece işçilere değil işçilerin durumundan hareketle bütün insanlara seslenir ve şu soruyu yöneltir; "Özgürce nefes alabilmenin ne demek olduğunu artık bilmiyorsanız iç değeriniz nerede? İradenize bir kez bile hakim değilseniz, sizden tıpkı bayat bir içkiden bıkıldığı gibi çok sık bıkılıyorsa, gazeteleri dinliyor, zengin komşulara yan gözle bakıyorsanız, gücün, paranın ve fikirlerin hızlı yükselmesi ve düşüşüyle hızlanmışsanız, yırtık pırtık felsefeye, onun gereksiz açık sözlüğünü artık inanmıyorsanız, içinizdeki din adamlarına yakışan gönüllü sessiz, sakin yoksulluk, mesleksizlik ve bekarlık kahkahalara neden oluyorsa iç değeriniz nerede? "
Reklam
Modern kültür, kadını layık olduğu değere kavuşturuyorum söyleminin arkasından cinsel bir metaya dönüştürmüş, kadın, erkekleri baştan çıkaran bedeniyle bir değer ifade eder hale gelmiştir.
Dinlerin öte dünyasına itiraz ederken Dünya cenneti vaat eden modernite, vaadinin aksine insanlığa iki koca Dünya Savaşı hediye edip yeryüzünü cehenneme çevirdi.
Modern dönemin egemenleri, dün olduğu gibi bugün de birilerini mağdurlaşurdıkları ve o birilerinin mağduriyetini sürekli hale getirdikleri sürece daha fazla güç ve imkan elde etmenin araçlannı hiç terk etmediler. Vicdan, hak, hukuk, adalet gibi her türlü insani değerin devre dışı bırakıldığı bir savaşın faili ve galibi olarak kendi türlerine karşı ceberrutluklannı her geçen gün daha fazla artırdılar. İnsanlık tarihinde benzeri bulunmaz bir şekilde haksızlığa, zulme, baskıya, sömürüye teşne bir vicdan inşa ettilerGüçlü olanı haklı, zayıf olanı haksız bulan bir zihniyeti, mağdurlarının bile kabul ettiği bir anlayışa dönüştürmeyi ustalıkla başardılar. Böylelikle bugünün sömürülenleri, yarının sömüreni olmanın hayaliyle mevcut mağduriyetlerini kabullenir oldular.
"Kıyamete kadar fillerin kölesi olarak yaşamak... Böylesi yaşam yaşamaya değer mi?" "Değer, yaşamak her şeye değer," dediler karıncalar. "Ölüm umutsuzluktur, oysaki en kötü yaşamda bile her gün umut güneş çiçeği gibi açar." "Dünya tatlı, tuhaf karınca" dedi en yaşlı karınca sonra da... "Bak, üç ayağın, sakalın, bıyığın, bir gözün, kulağın, burnun, her şeyin kopmuş, dımdızlak kalmışsın ortada, sen kendini niçin öldürmüyorsun? Yaşamak tatlı de- ğil mi, tuhaf oğlu tuhaf karınca? Umutsuz köpek. O umutsuzluğu sana filler mi öğretti?" "Ben diyorum ki," diye gürledi tuhaf karınca, "tutsaklık, ölümden zordur, diyorum. Sizse bana çatıyorsunuz. Umutsuzluk bunun neresinde?" "Umutsuzluk ölmekte," dedi yaşlı karınca... "Öldüreceğimize kendimizi, savaşa savaşa ölürüz." "Ben de bunu diyorum işte," dedi tuhaf karınca. "Dur hele, sabırlı ol," dedi yaşlı karınca. "Fillerin elinden kurtulmanın ne gibi bir umarı olurmuş?" diye homurdandılar bütün karncalar. "Bir umar aramak, toptan ölmekten daha iyidir," dedi yaşlı karınca.
Bir kıç kaşıma makinası isteyeceğim. Böyle Allah-tan reva mı ki, siz karıncalarım dururken, ben karda kışta kıyamette kaşınmak istedikçe gece yarıları dışarıya çıkayım da kıçımı şu ulu çınara vereyim? Söyleyin, bir sultana böyle kıç kaşımak yaraşır mı?
Reklam
Zaten bir felakete sükun ve itidalle tahammül edenlerin manzarası,o felaket için ağlayıp çırpınanların manzarasından çok daha korkunç ve ezicidir. Kuru ve sabit gözlerin arkasında nasıl bir ateşin yandığı; yavaşça kalkıp inen göğsün içinde nelerin kaynadığı bilinmediği için, insan mütemadi bir ürkeklik ve teredüt içinde üzülür.
Muhakkak ki dünyanın en lüzumsuz adamıydım. Hayat beni kaybetmekle hiçbir şey ziyan etmeyecekti. Hiç kimsenin benden bir şey beklediği ve benim hiç kimseden bir şey beklediğim yoktu. İçimde yarım kalmış bir konuşmanın üzüntüsü vardı. Kim olursa olsun bir insanın yaşamakla ölmek arasındaki büyük köprüde çabalaması korkunç bir şeydi. Tesadüf seni önüme çıkarmasaydı, gene aynı şekilde, fakat her şeyden habersiz, yaşayıp gidecektim. Sen bana dünyada başka bir hayatın da mevcut olduğunu, benim bir de ruhum bulunduğunu öğrettin. Seni seviyorum. Deli gibi değil, gayet aklı başında olarak seviyorum.
Nedense, hayatta bir müddet beraber yürüdüğümüz insanların başına bir felaket geldiğini, herhangi bi sıkıntıya düştüklerini görünce bu belaları kendi başımızdan savmış gibi ferahlık duyar ve o zavallılara, sanki bize de gelebilecek belaları kendi üstlerine çektikleri için, alaka ve merhamet göstermek isteriz.
Bütün teessürlerimiz, inkisarlarımız, hiddetlerimiz, karşımıza çıkan hadiselerin anlaşılmadık, beklenmedik taraflarınadır. Her şeye hazır bulunan ve kimden ne gelebileceğini bilen bir insanı sarsmak mümkün müdür?
Bu yaşıma kadar mevcudiyetinden bile haberim olmayan bir insanın vücudu birdenbire benim için nasıl bir ihtiyaç olabilirdi? Fakat bu hep böyle değil midir? Birçok şeylere ihtiyacımızı ancak onları görüp tanıdıktan sonra keşfetmez miyiz? Ben de, o zamana kadar ki hayatımın boşluğunu, gayesizliğini sırf böyle bir insandan mahrum oluşumda bulmaya başlamıştım. İnsanlardan kaçışım, içimden geçenlerin en küçük bir parçasını bile etrafıma sezdirmekten çekinişim bana sebepsiz ve manasız görünürdü. Zaman zaman beni saran hüzünlerin, hayat bıkkınlığının bir ruhi hastalık alameti olmasından korkardım. Bir kitabı okurken geçen iki saatin ömrümün birçok senelerinden daha dolu, daha ehemmiyetli olduğunu fark edince insan hayatının ürkütücü hiçliğini düşünür ve yeis içinde kalırdım.