bazen bırakmak lazım direnci
öylesine yığılmak...
dediği gibi Atilla İlhan'ın
saklı kalmalı
"bir akşamüstü ansızın yorulmak" hakkımız:
tamam, hakkı var Nietzsche pezevenginin
"güçlendirir bizi, şayet öldüremediyse"
fakat, en nihayet biteceğine göre bu günler
mezarın üzerinde
ne denli gücü bıraktığımızın
ne ehemmiyeti var?
Mendille okunan kitaplarda ilk sıralara ekleyebilirsiniz.
Kitaba başlayınca bırakmaya içiniz el vermiyor. Bir kere kapılınca kapılıveriyorsunuz ve bitiveriyor.
12 Eylül sonrasını bir çocuğun gözlerinden izlemek, dünyaya onun gözleri ile bakmak, hayatı onun soruları ile cevaplamak bambaşka...Çok sevdiği, ablası bildiği İnci’sinin ansızın tahliyesinden sonra ona ulaştıramadığı ama inatla yazmaktan vazgeçmediği mektupları ile özlemlerini, duygularını, umutlarını anlatıyor Barış... En çok da sadece iki kez gördüğü dört duvar dışındaki dünyanın nasıl bir yer olduğunu kavramaya çalışıyor.
Okumanın, düşünmenin, şiir yazmanın suç olduğu bir dönemde yaşayan Barış'ın sade dili olmasına rağmen masum ama çarpıcı soruları yer yer güldürüyor insanı. Düşünmeye itiyor bizleri, içimize işletiyor.
Uçurtmamızın göğümüzden hiç gitmediği/hiç vurulmadığı günler bizi bulsun..
"AH DOKTOR!!! NEVRİM DÖNÜYOR, DÜNYA DÖNMÜYOR!!"
Tıkır tıkır, tıkır tıkır... Tahta beşik sallar gibi. Bir, iki, üç, dört, beş.. On ikiye kadar. Sonra bir dakika susuyor, yeniden başlıyor.
Ah o hidrofor yok mu?! Delireceğim uykusuzluktan...
..............
Bahçeli, iki katlı, müstakil bir evde doğdum ben. Babamın kendi elleriyle
Ben sana mecburum bilemezsin
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum.
Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
Bu şehir o eski İstanbul mudur?
bütün o çılgınlıklardan sonra ah yazık
inanasım gelmiyor, akıllanmışım
sanki “o” bende ölmüş ve ben bu yüzden
yorgun, suskun ve bomboşum
her an sorup duruyorum aynaya kederli
neyim artık, neyim gözünde
ve aynada görüyorum ki, ah
eski benden kalmamış bir gölge bile
yol aramıyorum gündüzün şehrine
kuşku yok ki bir mezarın derinliklerinde uykudayım
cevherim var fakat onu korkudan
gönlümün bataklıklarında saklamaktayım
gidiyorum… ama sormuyorum kendime
yol nerede?… menzil neresi?… amaç nedir?
öpücük veriyorum fakat kendimden habersizim
bu divane gönlümün tanrısı kimdir?
“o” bendeki adam ne olduysa ansızın
gözümde başkalaştı, değişti
sanki gece, soğuk elleriyle
takatsiz ruhumu alıp gitti
Rıhtımda
Bir beyaz gemiydi ayıran onları
Kadın güvertedeydi adam rıhtımda
Şimdi unuttum yüzünü kadının
Adamın gözleri aklımda
Kana bulanmış bıçaklar gibi
Uzun kirpikleri ıslaktı
Adam dertli adam darmadağın
Dokunsalar ağlayacaktı
Adam bitkindi adam seviyordu
Kalan kederdi giden gemiyse
Taş olduğu içindir dedim
Rıhtım taşları erimediyse
Derken bir düdük öttü ansızın
Bembeyaz gemi gitgide ufaldı
Korkunç yalnızlığıyla başbaşa
Rıhtımda bir adam kaldı
Bugün günlerden Çarşamba, yarın Perşembe. Bir dalga vuruyor sahile düzenli aralıklarla. Dalgalarda usta bir yazarın dokunuşları gibi bir ahenk var. Sahile bir şey olmuyor sular vurdukça veya oluyorsa da ne olduğu önemli değil. Dalganın düzenli ve dinlendirici sesi kalıyor sadece kulaklarda. Ölmek en iyi dinlenme şeklidir, dalganın biteceğinin