Gidip, gidip gelmede aynı his,
İskeleye ulaşmıyor çıma.
Dikiliyor ansızın karşıma
Boynum kalınlığındaki ceviz.
Kardeşini öldürüyor Kabil,
İçimde bir yalnızlık duygusu;
Ölüm kadar uzun yaz uykusu,
Sıkıntı ile geçilen sahil.
inanasım gelmiyor, akıllanmışım
sanki "o" bende ölmüş ve ben bu yüzden yorgun, suskun ve bomboşum
…
“O" bendeki adam ne olduysa ansızın gözümde başkalaştı, değişti
sanki gece, soğuk elleriyle
takatsiz ruhumu alıp gitti.
seni istiyorum ve biliyorum ki
gönlümce kucaklayamayacağım
sen, aydınlık ve el değmemiş gökyüzüsün
ben, bu kafesin köşesinde bir kuşum, tutsağım
karanlık ve soğuk parmaklıklar ardından
hasret dolu gözlerim, bakıyor yüzüne hayranlıkla
bir elin uzanışını düşünüyorum
ve ansızın kanatlanmayı sana
…
seni istiyorum ve biliyorum ki hiç
kucaklayamayacağım seni gönlümce
sen, o aydınlık ve tertemiz gökyüzüsün
ben tutsak bir kuşum bu kafesin köşesinde
soğuk ve karanlık parmaklıklar ardından
hasret dolu gözlerim bakıyor yüzüne hayranlıkla
bir elin uzanışını düşlüyorum
ve ansızın kanatlanmayı sana
bir gaflet anında düşlüyorum
bu sessiz zindandan kanatlanıp uçmayı
tebessümle bakarak gardiyanın gözlerine
senin yanında hayata yeniden başlamayı
düşünüyorum ve biliyorum ki hiç
gücüm yok bu kafesten kurtulmaya
gardiyan göz yumsa bile
nefesim yok kanatlanıp uçmaya
Düşlerimizi neden yok ettiler?
Görüyorsun yeniden yok ediyorlar?
Gece neden iner
Böylece
Ansızın
Perdeleri çeker
Ruhumuzun pencereleri üstüne
Filizlendiği zaman
Onunla aşkın bitkileri
Yaşamda çınlar
Sadiye Mafrah / Kuveyt
ŞAYET AŞK
Şayet aşkın tohumu
Düşmüşse gönlüne
Suyunu esirgeme
Aşkın hakkını yeme
Pişman olursun ömrünce.
Sana gölge verecek dallar
Fışkırır ancak gençlikten
Büyüt bu fidanı ey genç
Hazır yeşermişken!
Ne demek istediğimi
Ömrünün ortalarında
Ansızın anlarsın
Alkol kana yayılınca
“bir gece ansızın ikimiz
kadıköy’e geçip
lirikaptal şiirleri, metne taparları, kiralık ajanları, tefecileri
bunları geçip yüksek lisansı geçip doktorayı güzellik ve asr-ı saadet
üzerine yapıp”
Tanrıların adı yoktu, doğası yoktu,
geleceği yoktu, işte o vakit
Sürüklenip gelmiş çamurlarla dolu suda,
Apdu'dan ve Tiamat'tan, ansızın,
Tanrılar yaratıldı:
güz gibi olsaydım keşke... güz gibi olsaydım keşke
keşke güz gibi suskun ve hüzün verici olsaydım
arzularımın yaprakları sararırdı birer birer
gözlerimin güneşi soğurdu
acıyla dolardı göğsümün gökkubbesi
ansızın pençesini indirirdi canıma, bir hüzün tufanı
gözyaşlarım yağmur misali
eteklerimi boyardı
âh... ne güzel olurdu güz gibi olsaydım
vahşi, heyecanlı, rengarenk olurdum
gözlerimde bir şair göksel bir şiir okurdu
yanıbaşımda yalazlanırdı âşığın kalbi
ateşin kıvılcımlarında gizli bir dert.
benim ezgim...
kırık dökük, rüzgâr sesi gibi
keder kokusu dõkerdi yorgun gönüllere.
önümde:
genç bir kışın acı çehresi
ardımda:
yazı birbirine katan zamansız bir aşk
göğsüm:
hüznün, acının, evhamın mahalli
güz gibi olsaydım keşke