"Duydunuz muuuu, Behçet Aysan ölmüş, duydunuz muuuu..."!
Kadının sırasıyla verdiği isimleri o da sırasıyla tekrarlıyordu. "Ölmüş. Metin Altıok ölmüş. Behçet Aysan ölmüş.
Doktorları yakmışlar. Şairleri yakmışlar. Pir Sultan Abdal asmamışlar mıydı zaten, bir mezarı bile çok görmemişler miydi zaten. Onu anarken olmuş bu olanlar."
Oğulları sağ salim yanındaydı ama o oğulları için ölüp ölüp diriliyordu.
Allah aşkına sakin ol baba, Allah'ını seversen sakin ol, ölmemiş Metin Altok bak, hastaneye kaldırılmış.
Baba oğlunun yüzüne bakıyordu sadece.
Ne kadar safsın oğlum, ne kadar iyi niyetlisin, sanki bu dünyadan değilsin.
Haberler bitti, haberler başladı. Bütün bültenler beklendi, dinlendi. Yangın var, ölü var, ama kesin bir bilgi yok. Otelin önü binlerce insanla dolu. Asker var, polis var, yananlar ve yakanlar var, yananlar çırpınıyorlar, yakanlar sürekli çoğalıyor ve çoğalıyor ve çoğalıyorlar. Haber bültenleri bunu anlatıyor, otel cayır cayır yanıyor. Sivas yanıyor, Dersim yanıyor, Kilikya yanıyor, Çorum yanıyor. Yangın geride küle dönmüş cesetler bıraktığında, askerler ve polisler layığıyla işlerini yapıyor, kayıtsızlıkla izliyorlar.
Güzel Türkçesine imrendiğimiz, onun kadar güzel konu- şamayacağımızı bildiğimiz için Kırmançki konuştuğumuz, kibar ama erkekçe, ona hitaben anadilimizi konuştuğumuz kadın, hayatımızı paylaştığımız, yalanlarımızın rızası olmasa da ortağı ettiğimiz kadın, bize kara haberler getirmişti. Kara- bulutlar yeryüzüne inmiş, dolu taneleri hem kafamızı parça-lamış, hem de Sivas yanığıyla yüzümüzü gözümüzü is içind bırakmıştı.