Diyarbakır bana mazlumu, mazlumun sabır ve direnişini; efsane ve anlatıyı, efsane anlatısının gücünü, dinmeyen, sönmeyen ateşini; iyi anlatının ayrılmaz özellikleri olan farklı dilleri, kültürleri, gelenek ve görenekleri ,birbiriyle çatışan ya da çakışan farklı insan ve kaderleri hatırlatıyor.
Diyarbakır, bu kadim Kürt şehrinin, sırasıyla, Hurri, Mitanni ,Asur, Urartu, Makedonya, Selevkos, Part, Roma, Bizans, Fars, Emevi, Abbasi, Selçuklu, Mervani, Osmanlı uygarlıklarının önemli bir merkezi olmuştur.
Burada tümüyle Diyarbakır 'a ait, söz gelimi Diyarbakır'a komşu Bağdat, Tahran, Şam, Tebriz, Halep, İstanbul gibi merkezlerde olmayan çok önemli bir özelliği vurgulamak gerekli :Diyarbakır, zalimin değil mazlumun, kin ve öfkenin değil sabır ve dayanma gücünün merkezi olmuştur.
Evet, her seferinde, Diyarbakır, "bana bak "dedi, beni,sesimi,nefesimi dinle beni kendine örnek al. Tarihten bu yana iskender in dünya hükümdarı olma hulyalarına, Büyük Tigran 'ın mızrağına, Roma'nın Akınlarına ,Bizansın desise ve entrikalarına, Emeviler 'in ucu çatallı kılıcına, Abbasiler 'in aldatmalarına, Hamdaniler'in süvari alaylarına, Selçuklular 'ın atlı sultanlarına, Hülagü Han ordularının talan ve yağmalarına, Timur'un istilasına, Akkoyunlular 'ın öfkesine ,Fatih Sultan Mehmet 'in kılıçtan keskin fermanına, Şah İsmail 'in yalanına, Osmanlı'nın despotluğuna ve zamane idarecileriin vicdansız karanlık yüreklerine karşı hep direnmedim mi? Bir kaç bin yıldan bu yana hep zulme, afete, felakete, istila ve talana dayanmadim mı? .."
Bak nasıl bir devirde yaşıyoruz. Aşk, dostluk, alaka hepsi yok olmuş, sözcükler anlamsızlaşmış. Bu hareketsiz suratları ve tahtadan yontulmuş şekilleri göremiyorum.