Başka zamanda hayal gücü umarsızca geçerken uçuşa
Ve umutla yayılırken ebediyete
Şimdi yetinmektedir birden küçük bir mekânla,
Yenilince zaman girdabında mutluluk, mutluluk üstüne.
Kaygı yerleşir hemen yüreğin derinlerinde,
Orada gizli kalmış acılara neden olur,
Huzursuzca salınır ve bırakmaz ne istek ne de huzur;
Üstünü örter yeni maskelerle durmadan,
Görünebilir mal ve mülk, kadın ve çocuk olarak,
Ateş, su, hançer ve zehir olarak;
Aldırmaman gerekenlerin üstüne özellikle titrersin,
Ve asla yitirmeyeceklerin için, durmaksızın, arkalarından ağlarsın.
Erich Fromm da dine karşı duyulan evrensel gereksinimden etkilenir (Froınm, 1950, 1966). Bu gereksinimi, özgürlükten kaçış kuramı çerçevesinde açıklamaya çalışır. İnsanlar, kendi bireyselliklerinin bilincine varmanın getirdiği güçsüzlük ve yalnızlık duygularından kaçmak için, kilisenin güçlü otoritesine başvururlar. Fromm, "İnsanlar dine bir inanç eylemi olarak değil, katlanılmaz şüphelerinden kaçmak için sığınıyor" der. "Bu kararlarını sadakat duygusuyla değil, güven gereksinimiyle veriyorlar" (1950, s.4). Her birimizin bir birey olması, kendimizden ve yaşamın anlamını bulmaktan sorumlu olmamız, pek çok insana korkutucu gelir. Din, bu korkulardan bir kaçış yolu sağlar. Bu yüzden bazı insanların kendilerini siyasal ve toplumsal güçlerle özdeşleştirmelerine neden olan kaygılar ve güvensizlikler, bazı insanların kendilerini dine vermelerine neden olur. Otoriter bir lidere boyun eğmek pek çok insana güç ve güven duygusu verirken, kişinin kendisini Tanrı'ya teslim etmesi de benzer bir korunma duygusu yaratır.
"lnsanoğlunun sahip olduğu bütün dinler, kitlesel yanılsama olarak tanımlanmalıdır. Elbette ki bir yanılsamayı paylaşan hiç kimse onu yanılsama olarak görmez. "
Özellikle şehirlerde yaşayan günümüz insanının -daha sonra bahsedeceğimiz stresle alakalı bir sürü konuda- en önemli silahı; stresi yönetebilme, anda kalabilme ve anda kaldığı anda da yararıcı olabilme becerisidir. Eğer insanlar bunu öğrenebilirlerse -ki yöntemleri çok muhtelif ve kolaydır- bugün ölüm sebeplerimiz arasında en başlarda gelen strese bağlı rahatsızlıklar ve enteresan bir şey yapıp da kendini gerçekleştirememekten dolayı içine düşülen depresif durumlar, hızla ortadan kalkacaktır.
Cinsel dürtünün uygarlığın ilk gereklerine yenilir yenilmez tam tatmin sağlayamaması, en olağanüstü kültürel başarıların kaynağı haline gelir; bu başarılar dürtü birleşenlerinin gittikçe daha ileri giden yüceltilmeleriyle elde edilir. Çünkü cinsel dürtü güçlerinden herhangi bir dağılımla tam bir haz tatmini sağlansaydı, insanların bu güçleri başka alanlarda kullanmak için hangi nedenleri olurdu? O hazdan bir daha kurtulamaz ve başka ilerleme gerçekleştiremezlerdi. Öyle görünüyor ki insanlar her iki (cinsel ve egoist) dürtünün gerekleri arasındaki dengelenemeyen fark yüzünden giderek daha yüksek başarıları gerçekleştirmeye muktedir oluyor… fakat daimi bir tehlikeye maruz kalarak; daha zayıf olanlar günümüzde bu tehlikeye nevroz biçiminde yenik düşüyorlar.