Her zaman bağlı olduğumuz bir şeyler, ait olduğumuz insanlığın kaderine karar veren bir anlam parçası vardır. Bu nedenle, kayıtsız kalmak, coğrafi uzaklıklar, toplumsal mesafeler ve siyasal iktidar yokluğu tepki vermemize engelmiş gibi davranmak imkânsızdır. Baskın bir tepkisizliğe teslim olmak (beni ilgilendirmiyor, benim sorunum değil, taraf olmak istemiyorum...) bu kapsayıcı sorumluluğun eziciliğini gözardı etmektir. Çünkü söz konusu olan tam olarak şudur: Saklanmak, körleşmek, görmek ya da bilmek istememek, çekinik kalmak. Ama öncelikli olan bu sorumluluğun doğurduğu amansızlık ve aciliyet duygusu, herkesin derinlerde taşıdığı dünyaya karşı sorumluluk (ya da Arendt'in dediği dünyanın “tasası” nu tüm yoğunluğu ve şiddetiyle ele almıştır. "İnsan gerçekliğinin özelliği hiçbir mazeretinin olmamasıdır” derken aynı zamanda her türlü yansızlıktaki kendini beğenmişliği gayrı meşrulaştırmaya çalışır. Söz konusu olan herhangi bir adaletsizliğe karşı mücadele etmemenin, herhangi hataya, günaha karşı savaşmamanın hiçbir mazeretinin olmayacağıdır. İlkesel olarak ve hareketsizliğim dolayısıyla tüm bunlardan sorumlu, bunların suç ortağıyımdır.