Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Her ben dediğimde “Affola,” diyesim geliyor oysa..
Ben de bu dünyaya düşmüş biriyim. Kimi zaman şeytan dokunmuş düşünü hayra yoramayan Havva, kimi zaman af dileyerek kırk yıl gözyaşı döken  dem gibiyim. “Ben neyim?” diye gelmedimse de dünyaya, belli, “Ben neyim?” diye diye gideceğim. Parmaklarımın ucunda yükselerek bir pencere aralığından, batan güneşi gördüğüm günden beri, gökyüzünün rengini,
Şiirin nasıl bir yol izlediğini anlamıyorsunuz. Fuzuli'nin saf ve içten şiirine tercüman olan o temiz dilin üzerine sanat gibi, süs gibi iki belayı musallat etmişler; dilde onlardan başka bir şey bırakmamışlar, öyle şeyler söylenmiş ki sahiplerine şair demekten çok kuyumcu denebilir. Bir ucundan tutulsa da silkilse taş parçalarından başka bir şey dökülmeyecek... Dili donmuş bir kütle haline getirmişler. Bakiler, Nedimler, o deha perisinin alınlarına tanrısal bir ışık nur koyduğu adamlar, bu dilden bu ne çıkarabileceklerinde şaşırmış kalmışlar; dili - üstünü örten süs ve yapmacık yükünün altında zayıf, sarı, artık görülemeyecek, belki yol denebilecek bir duruma gelen ruhu - Veysilerin, Nergisilerin eline vermişler, o güzel Türkçeye bilmece söylemişler. Bunu inkâr etmek mümkün değil.
Reklam
Taş taşa değmeden duvar olmaz, birbirini üzmeyen insan olmaz. Kimileyin insanın yükü ağır, kimileyin duyguların dili sağır. An olur öfke kabarır, an olur yüz kararır. Dünya işi dünyada kalır. Kişi kötü demeyelim, işi kötü diyelim.
Hatırlayınız, Ebû Cehil bir gün avcuna taş parçaları saklayıp sorar Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem’e: "Eğer gerçekten peygambersen avcumdakilerin ne olduğunu söyle?" Cevap Allah’ın Rasûlü’nden bir soru ile gelir: "Ben mi avcundakilerin ne olduğunu söyleyeyim, onlar mı benim kim olduğumu söylesinler?" Taşlar vecde gelir daveti duyunca. Dem bu demdir. Nurdan bir halka kurulur nâra müstahak elin içinde. Taşların her biri bir kalp olur. Tutuşurlar el ele. Bir işarete bakacak bütün mesele. Dili dönmez demeyin, dile döner taşlar ve haykırırlar aşk ile: "Lâ ilâhe illallah Muhammedü’n-Rasûlullah..." Cehâletin babasının avcu yangın yeri ama kalbi taş kesilmiş nasipsizin. Avcundaki taşları öfke ile yere çarpar, yine iman etmez. Ârifler derler ki, taşlar o anda zikretmeye başlamadı, onlar daim o zikir ile meşguldüler. Allah o an kulağından perdeyi kaldırdı da Ebû Cehil işitmeye başladı.
MEÇHUL ŞEHZADE: DELİ KURT 1403 yılının sonlarıdır. Üstü örtülü bir kağnı gecenin karanlığında ilerlemektedir. Genç bir atlı tedirgin bir şekilde kağnıyı yönetmektedir. Kağnıda Yıldırım Bayazıd'ın oğlu İsa Beğ'in eşi Bala Hatun vardır. Bala Hatun hamiledir. Osmanlı sipahisi Çakır Ağa onu sütanasının evine götürmektedir. Çakır Ağa, İsa
Dil ve Üslup Dil, Atsız'ın dilidir. Açık, duru, anlaşılır ve akıcı. Su gibi akar cümleler. Hiçbir cümle, hiçbir paragraf, anlaşılmazlığından ötürü sizi durdurmaz. Eğer duruyorsanız ve bir cümleyi, bir paragrafı yeniden okuyorsanız bu anlamadığınızdan değildir. Tam tersine çok iyi anladığınızdandır. Cümleler sizi can evinizden vurmuştur. Bir
Reklam
MEÇHUL ŞEHZADE: DELİ KURT Olay Örgüsü 1403 yılının sonlarıdır. Üstü örtülü bir kağnı gecenin karanlığında ilerlemektedir. Genç bir atlı tedirgin bir şekilde kağnıyı yönetmektedir. Kağnıda Yıldırım Bayazıd'ın oğlu İsa Beğ'in eşi Bala Hatun vardır. Bala Hatun hamiledir. Osmanlı sipahisi Çakır Ağa onu sütanasının evine götürmektedir.
ATSIZ'DA TÜRK-TÜRKÇÜLÜK-MİLLİYETÇİLİK: 1943 yılındaki En Sinsi Tehlike broşüründe "Siyasî, içtimaî mezhebim Türkçülüktür." (Atsız 1992: 68) diyen Atsız'ın Türkçülüğüne geçmeden önce onun genel olarak "milliyetçilik” hakkındaki düşüncesini aktarmak doğru olacaktır. Ona göre milliyetçilik sosyal bir kanundur: "Tarihin
- General iki bin kölesi olan köyüne gidip yerleşmiş, bir çalımı varmış ki sorma; daha az varlıklı komşularını küçük görüyor, onlara birer yanaşması, soytarısı gözüyle bakıyormuş. Yüzlerce av köpeği besliyormuş, hepsi resmi giysili yüze yakın da atlı köpek bakıcısı varmış. Uşakların birinin oğlu, sekiz yaşında bir çocuğun attığı bir taş, generalin sevgili köpeklerinden birinin ayağına gelmiş bir gün. "Sevgili köpeğim niçin topallıyor?" Küçük çocuğun taş attığını bildirmişler ona. General yukarıdan aşağı süzmüş çocuğu, "Sen yaptın bunu ha, tutun onu!" Annesinin elinden almışlar çocuğu, ahıra kapamışlar, sabah gün ağarırken general tüm hazırlıkları tamam, av için çıkmış, atına binmiş. Hizmetçileri, köpekleri, köpek bakıcıları, avcıları, hepsi atlı olarak çevresindeymiş. Uşakları ibret olsun diye toplamışlar. En önde de suçlu çocuğun annesi... Çocuğu dışarı çıkarmışlar. Puslu, soğuk bir sonbahar sabahıymış, av için bulunmaz bir gün... General, çocuğu soymalarını buyurmuş, çocukcağızı çırılçıplak etmişler. Tir tir titriyormuş, korkudan dili tutulmuş, ağzını açmaya cesareti yokmuş... "Koşturun onu!" diye komut vermiş general, köpek bakıcıları, "Koş, koş!" diye bağırmaya başlamışlar, çocuk başlamış koşmaya... "Tut!" diye haykırmış general, zağarlarını eşinden salmış. Anasının gözü önünde köpeklere parçalatmış yavrusunu!..
Sayfa 338 - İletişim Yayınları
Dil ve Üslup Dil, Atsız'ın dilidir. Açık, duru, anlaşılır ve akıcı. Su gibi akar cümleler. Hiçbir cümle, hiçbir paragraf, anlaşılmazlığından ötürü sizi durdurmaz. Eğer duruyorsanız ve bir cümleyi, bir paragrafı yeniden okuyorsanız bu anlamadığınızdan değildir. Tam tersine çok iyi anladığınızdandır. Cümleler sizi can evinizden vurmuştur. Bir
748 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.