Sabredenleri müjdele!
Onlar, o kişilerdir ki, kendilerine bir musibet gelince, şüphesiz biz Allah'ın kuluyuz ve şüphesiz ona geri döneceğiz derler. "
El-Bakara :155-156
Fatih Duman
Ve bir Fatih Duman güzelliği daha …
Yazarımızın her eseri bir öncekinin üzerine katarak ilerliyor nazarımda . Hayran kalmamak elde değil doğrusu . Fatih Duman eserlerini klasik tasavvuf eserlerinden çok ayrı çok başka bir yere koyduğumu öncelikle belirtmeliyim . Bir çok tasavvuf romanında alıştığımız o ağdalı anlatım , yoğun tasvir , anlaşılması zor arapça ve farsça yoğunluklu kelimeler Fatih Duman romanlarında yoğunlukla mevcut değil , ki bu da çok akıcı ve anlaşılır bir eser önümüze sunuyor . Daha önce hiç tasavvuf okumamış ve biyografi sever yahut merak ederlerin beğenisini kazanacağını düşündüğüm bir yazar mutlaka bir şans verilmeli bence .Ayrıca tasavvuf eserlerinin aksine olay örgüleri oldukça akıcı ve sürükleyici oluyor genelde . Pîr’e gelecek olursam bir yanda romanımızın baş karakteri Hoca Ahmed Yesevi’ nin hayatı ve tasavvuf yolculuğu ele alınırken çaprazlama bir olay akışı içerisinde romanı ilerleten yazarımız , yan karakter olan Musa Barlas’la da aslında daha önce tasavvufa realite ile yaklaşan biz okurun tepkisini ve cevabını vererek ilerliyor . Bu bağlamda eserleri noktaladığımız zaman aklımızda esere dair en ufak bir soru işareti dahi kalmıyor .
Pir-i TürkistanFatih Duman · Nesil Yayınları · 20131,553 okunma
Beyit :
Ben neyim, bir şey değilim. Benim rûh ve revânım sensin. Ben kuru bir ağacım, üzüm bağı değilim.
Bağ ve bahçem sensin.
Sensiz bir adım bile koşamam, duruşum, gidişim, sensin..
Adam, kıyıya yaklaşırken dalgaların boyunu actigini görmüş, deniz kıyısında o yöne kadar gördüğü en dehşetli fırtına kopuyormuş, bala sesini zarzor duyurabilmiş . Balık ortaya çıkınca, adamın ağzında şu sözler dökülmüş “ karım artık kraliçe olmak istemiyor denizlerin imparatoriçesi olmak, seni de kölesi yapmak istiyor.”
Balık durumu anladığını ifade edercesine, başını iki yana doğru salladıktan sonra usulca yüzerek uzaklaşmış. Deniz aniden sakinleşip durulmuş, balıkçı evine dönmüş ve karısını elinde kırık bir ekmek kutusuyla mütevazi evlerinin önünde bekler bulmuş.
Gözlerimizin önünde dalını delip fırlayan yaprak Allah’ı arıyor. Boşluğu yaran ağaç Allah’a uzanıyor. Dağları delen sular Allah’a koşuyor. Bunların hepsi kendi gerçeğini aramakta. Hepsinde barınan O, fısıldayan O, gerçekten var olan O‘dur. Her şey O’nu arıyor ve bu arayışta biz, dağlarla taşlardan, ahularla kuşlardan ayrı değiliz
Bütün insanlar, ahlak adına başkalarını itham etme kuvvetini, bizzat kendilerini bilmeyişlerinden alıyorlar. Kendilerini bilselerdi ilhamları nefislerine çevrilir, onları yetiştirecek azap ile ızdırabın mayası olurdu.
Aşk içinde insan, yaratılışındaki sayısız ve sonsuz sefaletlerinden sıyrılarak kendinde gizlenen Allah’ı buluyor, kendinde ve her şeyde. Kendindeki esaretten kurtularak varlıkların bütününden ayrılmayan asıl kendini bulmak: Yaratılışımızın hikmeti işte bundadır.
Bunca sefaletlerin barındığı bir dünyada yaşamak şüphe yok ki çetin bir imtihandır ve bütün sefaletlerin sefaleti, insanın böyle bir imtihanı vermeye mecbur oluşudur.
Allah yolculuğu mevlidhanlıktan, duacılıktan, mukabelecilikten ve kasidecilikten geçmediği gibi kinin, tekfirin, tehdidin ve ruh karartıcılığının da ilahi yolculuğa yoldaşlığı olmaz. Nur arayanlar, her tarafta nurla kuşatılırlar. Etrafta karanlık arayıp taşlama harisleri nuru asla göremeyeceklerdir.