Oysa Vuslat’ı hep bir gölge, loş bir ışık, duvarların renginde kaybolan bir eşya gibi görmüştü. Ortadan kaybolsa da yokluğu anlaşılmayacak kadar sıradan bir eşya… Sevmek için zaman bulamamış, daha doğrusu hiç aramamıştı.
Artık hiçbir şeyi beklemiyor, sadece yılların verdiği bir alışkanlıkla, pencerelerinden ışık sızan evlerine bakarak, böylesi evlerde yaşandığını sandığı mutlu hayatlara imreniyordur.
Ne çok ister insan büyük kederlerin ardından ölüp gitmeyi de, başaramaz. Ruh, başına kara bir hale takarak göğe yükselmek için çırpınır ama vücut dünyalıdır; yer, içer, yaşar.