Esra

İnsan zihni için, üst üste yaşanan olayların duyguları ayağa kaldırmasının ardından gelerek, ruhu hem ümitten, hem de korkudan azade kılan eylemsizlik ve kesinliğin mutlak sükûnetinden daha acı verici şey yoktur.
Reklam
Hasan Sulhi'deki tuhaflığı önce fark etmedi. İsteksizlik, çekingenlik sandı ama bir çeşit kekemelikti Sulhi'ninki, sandalyesinden defalarca kalkmış, bir iki adım attıktan sonra tekrar oturmuştu. Defalarca. Buna da edebî bir açıklama bulabiliriz değil mi? Hayata karışma isteğiyle isteksizliğinin çatışması, olabilir mi? Belki... Ama daha çok varoluşsal bir takıntıydı bu! Hani evden çıkarken ocağı kapatıp kapatmadığımıza, kapıyı kilitleyip kilitlemediğimize defalarca bakarız ya biz şehirliler, Sulhi'ninki de böyle bir takıntıydı. Yaşayıp yaşamadığına bakıyordu o da! Şimdiki zamanı hissetmeye, hayatta olduğunu anlamaya çalışıyordu...
"İçinden söyler bunları"
Sulhi, babasının ölümünde en çok neye üzüldü biliyor musunuz? Babası ağız tadıyla yaşlanamadı, diye üzüldü. ... Anlıyorsunuz değil mi? Hayatın ihtiyarlar için ayrılmış yerine ulaşamadı. Aklı tuhaflaşmadı, çocuklaşmadı, yani dinlenemedi. Buna üzüldü işte Sulhi en çok. "Babamın buna ihtiyacı vardı, bunu yaşayamadı," deyip durur, ama bunca genç ölümün zamansız ölümün ortasında içinden söyler bunları.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
"Çocukluğumu kişileştirdim. Çocukluğumun bir simyacı olduğunu düşünüyorum. Ne zaman hayatın ya da normalin içine karışmak için hamle yapsam, hafif bir dokunuşla camdan bir adama dönüştürüyor beni. Ya kesiyorum ya kırılıyorum."
... Hep beraber bir şölen... Hayata karışamayanların bu şöleni seyredebilecekleri ve kendilerine acıyabilecekleri, yüksekçe bir yer de var... Ah Sulhi, ne yapacaksın sen, nasıl karışacaksın hayata, bir çamur yığını olarak mı? Belki de ağır bir taş. Hızla dibe doğru...
Reklam
Reklam
Geri126
404 öğeden 391 ile 404 arasındakiler gösteriliyor.