Arap alfabesi, Arapçaya mükemmel uymakla beraber, Türk dili için özellikle elverişsiz idi. Türkçe, Arapça ve Farscadan alınmış bir çok sözcükleri içine almakla beraber, Arap yazısının ifade edemediği bir çok şekil ve sesleriyle, temel yapısı her ikisinden de pek farklı olarak kalır. Arap yazısının kendisi, öğrenilmesi hiç de kolay olan bir şey değildir; Osmanlı Türkçesinde imla ile telaffuz arasındaki İngilizcedekinden daha geniş farklılık, onun güçlüklerini daha da artırmıştı. Osmanlı Türkçesinin güçlüğü, sadece yazıldığı yazıdan ileri gelmiyordu. Dilin kendisi de, Arapça ve Farscadan yalnız sözcükler değil, terkipler ve hatta gramer kuralları iktihas ederek, ağdalı ve sun'i bir hale gelmişti. Osmanlı Türkçesi, en iyi günlerinde, bir imparatorluk uygarlığına yaraşır bir araç olarak, ihtişamlı bir ifade aracı olmuştu ; fakat daha sonraları, daha az hünerli kimseler elinde ağır, esneksiz ve inanılmaz derecede ağdalı hale gelmişti. Resmi dilde, telmih ve yapmacıklarla dolu karışık ve sökülmesi güç bir üslup ortaya çıkmıştı; on sekizinci ve on dokuzuncu yüzyıllarda, Osmanlı düz yazısı, genellikle tam bir mübalağa halinde dejenere olmuştu yolu izi belli olmayan şaşırtıcı kelime kalabalığında ince anlam farklarının kaybolduğu, eğilip bükülmüş sentaks ve şişirilmiş deyimler yığını.