Ben diğer kızlar gibi,onların mutluluk özlemlerini gerçeğe dönüştüren,onlar bekledikçe giderek daha da tehditkar hale gelen o belirsiz,tanımlanmamış acılarından azat eden beyaz atlı prenslere hiçbir zaman inanmadım.
Yalnız şair Cahit Zarifoğlu, öyle bir hâle gelmiştir ki kendi içinde bir şiir dili kurmuştur, der Erdem Beyazıt.
Zarifoğlu, gerçekten anlaşılması zor bir şair. Onu anlamak pek de kolay değildir.
Belki de bu yüzden hep Wagner dinledi durdu, anlaşılmadığı için hep anlaşılmayanları anlamaya çalıştı. Eğer Wagner bugün hâlâ yaşıyor olsaydı eminim çok da dinleyicisi olmazdı ama Zarifoğlu onu o zamanlar anladı sanki o da anlaşılmak ister gibiydi...
Cahit Zarifoğlu, gerçekten okunması ve anlaşılması gereken bir şairimiz, anılar defterinde buz dağının arkasına gizlenen unutulmuş bir kuru Gül'den olmasın, o hep buz dağının görünen ve bilinen yüzü olmalı...
Bizler Cahit Zarifoğlu okuyalım ki bir şeylerin farkına varalım, özümüzü bulalım, şiir okunmaya değer kızlar ve şiir okumaya layık erkekler olabilelim...
"Bir kalbiniz vardır onu tanıyınız.
Bir şehir kadar kalabalıktır bazıları
Bir dehliz kadar karanlıktır bazıları
Konuşurlar
İsterler
Susarlar..."
Tavşanın korkunç bir aldatmaca yaptığı, ama hepsinin sonda bir ders çıkardıkları bir fabl mıydı bu? Bu olaydan hangi ahlâkî ders çıkarılabilirdi ki?
Olaylar tavşan kostümü giymiş birinin küçük bir kızı kaçırması ile başlıyordu. Kaçırılma anını görmesine rağmen müdahale etmediği için perişan olan Rhonda 'nın soruşturmaya yardımcı olmasıyla devam ediyordu. Gel gelelim anlatım bu sefer sıkıcıydı. Tamam kabul ediyorum. Olayı çözmeye çalıştıkça başka bir kayıp çocuğa doğru yol almaları etkileyiciydi ama o çocuğun gerçeklerine ulaşmaları beni sarsmadı. Çünkü yazarın kitaplarında ki kurgular farklı olsa da karakterlerinin yaşadıkları şeyler çok benziyor. Bu da artık kalemine alışmış olan biz okuyucularını etkilemekten ziyade ne yazık ki yoruyor. Yine diğer okuduğum kitaplarında aşırı etkilenmesem de olaylar nasıl gelişecek diye merak ediyordum. Sıkılmadan okuyordum ama bu kitapta unutulmuş hatıralar ve kirli aile sırları ortaya çıksa da olayların gidişatını merak etmedim. Okurken aşırı sıkıldım. Çünkü yazar şaşırtmıyor. Olaylar hep aynı yönde gidiyor. "BİR KURGU DAHA NE KADAR SIKABİLİR? " diyerek okudum. Yani kapakta yazdığı gibi gırtlağınıza yapışacak zekice yazılmış bir gizemli gerilim romanı değil. Ama sıkıntı kesinlikle okurken yakanıza yapışacak benden söylemesi.
Tarih'i Kadim
Şair: Tevfik Fikret
İşte, der, insanoğlunun geçmiş hayatı bu.
Ve başlar bize maval okumaya.
Ninniler uydurup uyutur bizi
dedelerimizin derin boşluklar içinde, uzun,
"bilinmez nerde bitmiş hangisi nerde başlar
unutulmuş kızları mevsimlik sevdaların
yalnızlığa uzun kanlıca'da bir çınar
savrulan yaprakları hicranlı sonbaharın
unutulmuş kızları mevsimlik sevdaların
porno bir romandan birisi çıplak çıkar
öbürü bir fotoğraf cebinde her oğlanın
bazıları evlenir evlenmez boşanmışlar
ne adresi belli ne adı bazılarının
unutulmuş kızları mevsimlik sevdaların
yıldızlar prensesi oysa bir zamanlar
suyundan çıktıkları masmavi aynaların
kime dokunsalardı birden tutuşup yanar
islak sıcaklığından kalın dudaklarının
unutulmuş kızlar mevsimlik sevdaların
eski şarkılara mı yoksa saklanmışlar
tramvay duraklarına belki rüyaların
harcanmış mutluluk ümitleridir yaşar
içinde bir yerinde mutsuz ihtiyarların
unutulmuş kızları mevsimlik sevdaların"
Yarı unutulmuş, karma karışık bir biçimde algılanmış ve özümsenmiş düşüncelerin hücumuna uğruyordu kafası.Başar: Hayatın kurulu buydu, hepsi bu kadardı.