Eğer insan, yaşamını, ekmeğini kazanarak geçirmekle yetinsey-di, hiçbir sorun olmayacaktı. İnsanda karıncaların güdüleri yoktur ama, karıncanınki gibi bir varoluş, gene de pekâlâ insanın kaldırabileceği bir durumdur. Ne var ki, insan, koşullan gereği, bir karınca olmakla yetinemez, bu biyolojik ya da maddesel yaşam sürdürme sorunundan başka, daha iyi yaşayabilme ya da daha faydacı olabilme sorunu diye nitelendirebileceğimiz insana özgü bir başka durum da vardır. Bu ne anlama gelir? İnsanoğlunda farkında olma özelliği ve düşgücü bulunduğundan, özgür olma gizilgücüne sahip bulunduğundan, Einstein'm bir keresinde dile getirdiği üzere, “fincandan fırlatılmış zar” olmama eğilimini içinde taşır. Yalnızca, yaşamı sürdürmek için neyin gerekli olduğunu bilmek istemekle kalmaz, insan yaşamının ne anlama geldiğini anlamak ister. Kendisinin bilincinde olan tek canlıdır o. Tarihin süreci içinde geliştirdiği ve yalnızca biyolojik varlığın sürdürülmesi sürecine hizmet etmekten daha çok şey yapan yeteneklerinden yararlanmak ister. Açlık ve cinsel yaşam, tümüyle bedensel bir görüngü olarak yaşam sürdürme alanına girer. (Freud'un ruhbilimsel dizgesinde, döneminin mekanik maddeciliğinden kaynaklanan ve onu, yaşamın sürdürülmesine hizmet eden güdülere dayanan bir ruhbilim ortaya atmaya götüren büyük bir yanlış vardır.) Ama insanda, yalnızca insana özgü olan ve yaşam sürdürme işlevini aşan tutkular vardır. Bunu hiç kimse Marx'tan daha açık şekilde dile getirmemiştir: “Tutku, insanın, amaçlarına ulaşma çabası gösterme yeteneğidir.”9 Bu sözlerde, tutku, bir ilişki ya da ilgili olma kavramı olarak ele alınmaktadır
Hasta; anıları, düşleri ve aklına gelen her türlü sözel ve imgesel çağrışımla kendini mümkün olduğunca rahat bir şekilde ifade etmeye teşvik edilir. Psikanalist yalnızca kişinin “kendi kendini duymasına” yardımcı olmak için araya girer.
Reklam
Ama Benim düşüncem sakattır...
Çocukta düşünce iki aşamada gelişir. ilki doğuştan gelen, arzu ve güdülere dayanan biyolojik faktörlerdir ve bu faktör içseldir. Doğduğumuz anda bizimledir. İkinci ve sonradan gelişen faktör dışsal olan ve mantğımız geliştikçe daha da gelişen sosyal faktörlerdir. Mantık sosyal beklenti, talep ve zorundalıkları idrak etmemizi ve biyolojimizi bununla uyumlu hale getirmemizi sağlar. Piaget Freud'a pek atıfta bulunmayı tercih etmese de aslında bilincin doğasına dair düşüncelerip psikanalizile son derece uyumludur. Hangisi daha önemlidir? Bu düalist tutumdan hangisinden yana olmalıyız? Sosyal faktörler mi yoksa içsel faktörler mi? Bu sorunun net bir yanıtı yoktur. Şunu söylemek gerekir ki bebeğin doğduğu ilk yıllarda içinde bulunduğu rüyasal gerçekli- ğin oluşturduğu biyolojik dünya onun tüm dünyasıdır, gerçek dünya diye adlandırdığımız dışsal dünya bu dünyaya zorla girer. Burada önemli olan hangisinin daha önemli olduğu değil, aralarında ne denli uzlaşabildikleridir. Sağlıklı olan iki düşünme biçiminin de birlikte, belli bir oranda uzlaşı içerisinde bulunabilmesidir. Dış dünyayı algılamanın tek yolu zihnimizdir. Bu nedenle de aslında içsel dünyamız ve dişsal dünya bir bakıma eşit ölçüde gerçektir ve önemlidir. Biri diğerine yeğlenemez. Ayrımı yapabilmek ve neyin gerçek neyin hayal ürünü olduğunu kestirebilmek sağlıklı bir zihnin önkoşuludur diyebiliriz. Herhangi bir düşünce şekline, gerçekliğe veya varoluşa diğerinden daha fazla önem vermek zihinsel açıdan sakattır.
İnsanoğlunda farkında olma özelliği ve düş gücü bulunduğundan, özgür olma gizilgücüne sahip bulunduğundan, Einstein'ın bir keresinde dile getirdiği üzere, "fincandan fırlatılmış zar" olmama eğilimini içinde taşır. Yalnızca, yaşamı sürdürmek için neyin gerekli olduğunu bilmek istemekle kalmaz, insan yaşamının ne anlama geldiğini anlamak ister. Kendisinin bilincinde olan tek canlıdır o. Tarihin süreci içinde geliştirdiği ve yalnızca biyolojik varlığın sürdürülmesi sürecine hizmet etmekten daha çok şey yapan yeteneklerinden yararlanmak ister. Açlık ve cinsel yaşam, tümüyle bedensel bir görüngü olarak yaşam sürdürme alanına girer. (Freud'un psikolojik dizgesinde, döneminin mekanik maddeciliğinden kaynaklanan ve onu, yaşamın sürdürülmesine hizmet eden güdülere dayanan bir psikoloji ortaya atmaya götüren büyük bir yanlış vardır.) Ama insanda, yalnızca insana özgü olan ve yaşam sürdürme işlevini aşan tutkular vardır.
Uygarlaşmış cinsel ahlak
Libidosu masturbasyon ya da sapkın cinsel uygulamalar sonucunda normal olmayan durum ve koşullardaki doyumlara alışkanlık geliştirmiş her erkek evlilikte azalmış bir güç sergiler. Benzer önlemlerle bekaretlerini koruyabilmiş olan kadınlar da evlilikteki normal ilişkide kendilerini duyusuz olarak gösterirler. Her iki yanda da azalmış bir aşk yeteneğiyle başlayan bir evlilik başkalarından çok daha çabuk çözülme sürecine girer. Erkeğin düşük gücünün sonucunda kadın doyum bulmaz ve eğitiminden gelen soğukluğa yatkınlığı güçlü bir cinsel deneyimle aşılabilecekken yine de duyusuz kalır. Böyle bir çift çocuk yapmaktan korunmada da sağlıklı çiftlerden daha fazla zorluklar yaşarlar çünkü kocanın azalmış gücü gebelik önlemlerini kullanmaya katlanamaz. Bu karışıklık içinde tüm sıkıntılarının kaynağı olan cinsel ilişkiden kısa sürede vazgeçilir ve bununla da evliliğin temeli terk edilmiş olur.
Kuzey Afrika'nın birçok yerli kabilesinin arasında yaşayanlar, bunların düşmanlarını öldürdükten ve derilerini yüzdükten sonra tuttukları yasa şaşıp kalmışlardır. Bir Choctaw bir düşman öldürünce bir ay yasa girer, bir ay kendini belli başlı birtakım yasaklar altına kor.
Reklam
270 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.