"seni sevdim. hem, zaman zaman senin bana olan duygularını da fark etmiş, fark etmiş de cehennem acıları içinde kıvranmıştım, küçüğüm benim. lolita'm, kızım, gözüpek dolly schiller'im!"
Zarf buram buram parfüm kokuyordu. Ve Ganin mektuba parfüm sıkmanın, caddede karşıdan karşıya geçerken insanın ayakkabılanna parfüm sıkmasından hiçbir farkı olmadığını düşündü.
Ne zaman bir insana olan sevgim hakkında düşünsem, sevgimden -kalbimden, şahsi bir maddenin nazik çekirdeğinden- çıkıp, evrenin inanılmayacak kadar uzak noktalarına erişen ışınlar çizmek eğilimindeyim. Bir şey beni, aşkımla ilgili bilincimi, nebulaların davranışı ile (uzaklıkları içinde bir tür delilik sergiler gibidirler), ebediyetin korkunç tuzaklarıyla, bilinmeyenin ötesindeki bilinemezle, çaresizlikle, uzay ve zamanın soğuk, hasta edici karmaşıklıkları ve iç içe geçmişlikleri gibi, tasavvur edilemeyen ve hesaplanamayan şeylerle ölçümlemeye sevk ediyor. Bu akla ziyan bir alışkanlık ama elimden gelen bir şey yok.
Uyku, dünyadaki en aptalca kardeşlik; son derece ağır koşulları ve kaba ritüelleri var. Alçaltıcı bulduğum bir zihni işkence, uyku. Ne yazık ki çoğu zaman, yazmanın yoruculuğu ve tüketiciliği, bir-iki saat boyunca korkulu düşler görmeme sebep olan güçlü bir hap yutmak zorunda kalmama, yahut gün ortası uyuklamalarının gülünç rahatlatıcılığına razı olmama yol açıyor, tıpkı ötenaziye özlem duyan sefih bir moruk gibi; ama aklın, insanlığın, dehanın, geceleri bana ihanet etmesine alışabilmiş değilim. Ne kadar bitkin olursam olayım, bilincimden kopmak, bana anlatılmaz ölçüde rahatsız edici geliyor.