Çok ilginç bir girişle kitabımız, ana karakter daha doğmadan çok öncesinde başlıyor. İlk bölümü zaten öyle kapatıyoruz. Ancak bu başlangıç gerçekten hop oturup hop zıplatan minvalde heyecanlıydı. Gerginliğini fazlasıyla hissettiğim bir bölümle birlikte kitabın bu kısmıyla beraber zaten elinizden düşmesi imkansız hale geliyor.
Bitirdiğimde yemek molaları hariç saatlerdir elimden düşürmemiştim. Araya bir günün daha girmesine izin veremeyecek, kitapla aramdaki o bağın azalmasını istemeyecek kadar büyük derecede arzu ediyordum sonuna ulaşana kadar yol almayı, ki öyle de oldu.
Hemen öncesinde okuduğum vahşetin çağrısı kitabındaki gibi, ana rolde bir kurt var ve biz bu kurtun hayat çizgisinin etrafında geziniyoruz. Aslında bir açıdan biyografik bir roman.
Türlü acılara, bazen sevinçlere, bunun yanında gerekli durağınlıklara rastlıyoruz yer yer. Ki empati yönü kuvvetli olan kişilerin, Beyaz Diş’i yeterince özümsemeleri durumunda onları, duygusal bir şölenin beklediğini söylersem sanırım yerinde bir tespit olur.
Öncesinde yazarın, daha önce yazılmış kitaplarını okursanız, gözünüzün önünde zaten iyi bir yazarın çok çok daha iyi olduğunu git gide anlayacaksınızdır. Bu izlenime ben, “Beyaz Diş” de kanaat etmiş oldum.
Zaten çok satanlarda yer alan ve fazlasıyla okunmuş olan bir kitap olması hasebiyle denecek bir şey yok. Bulunduğu yere emeğiyle gelmiş ve klasik olmanın hakkını veren bir kitap olduğunu söyleyebilirim yalnızca.
Tavsiyelerim ve saygılarımla...