Ama yazamıyorum işte. Ne İsa gibi duygu peygamberiyim,
ne de fikirlerine çok inandığım cağdaş bir düşünür kadar akıllıym.
Ben, ben'im sadece; anlamazlığın, sıkıntının çağdaş bir yüküyüm
sanki. Tuhaftır, kendi yarattığım bu yükü bile kaldıramıyorum
kimi zaman. Ve işte o zaman ki, bütün çılgınlıklar beni buluyor;
nefretler, anlamsız yalnızlıklar, alkoller...
Ellerim titriyor böyle. Uykusuzluğun, iğrenç gecelerin elleri
bunlar. Harfler, kelimeler bile sevmiyor ellerimi -Ben bu elleri şimdi ne yapsam?
Yazmıyorum, yazamıyorum bugünlerde
Yazmak zor ve zahmetli geliyor
Ne yazdıklarımdan hoşlanıyorum ne senden
Ne sen varsın artık ne de yazarlığım
Ne eski günler kaldı ne de şimdi
Geleceğime bakıyorum ve düşünüyorum
Öleceğimi düşünüyorum ve ölüyorum
Seni düşünüyorum ve yaşıyorum yeniden
Sen kimsin sahi, ben kimim mesela
Ben her kimsem neden sana yazıyorum
Sen her kimsen nedir sendeki bu güzellik
Ben kimim ki senin güzelliğine yazıyorum
Artık ne sendeki güzelliği görüyorum ne seni
Sahi ben sende ne bulmuşum da yazmışım
Sen bende ne bulamadın da gittin uzaklara
Ya ben sensem ve kendime yazmışsam böyle
Ya senin üzerinden bir oyun çevirmişsem kim bilir
Seni severken kendimi sevmişsem ben
Bugünlerde kendimi sevmeme sebebim belli
Soğudum kendimden tümüyle, bütünüyle
Öldüm öleceğim bu gidişle, sonra bildiğin gibi zaten...
Okudugum en duygusal cinayet- polisiye romanlarından biriydi Sondan Başlıyoruz.
Karakterlerin içsel yolculuğu, dönüşümü ve değişimi çok iyi aktarılmıştı.
Ödüllü bir polisiye roman zira. Bence hak etmiş.
Çözülmesi gereken bir cinayetin yani sıra aile,arkadaşlık,bağlılık,nedamet ...gibi konularda da söyleyecek çok sözü var romanın.
13 yaşındaki Duchess Day Radley ve 6 yaşındaki kardeşi Robin Radley yüreğimi parçaladı.
Polis memuru Walker'in arkadaşlarına bağlılığı, geçmişine sahip çıkması çok dokunaklıydı. Vincent King'in kayıp giden hayatı boşa yaşanmış bir hayat adına çok üzücüydü.
Bir polisiye romanda fazla açık vermemek adına yazmak istediklerimin cogunu yazamiyorum. Ol sebepten bir polisiye roman okuma zamanım geldi,dediginizde kesinlikle okuyabileceğiniz bir roman.
Detaya inmeden önce genel bir puanlama yapmak istiyorum.
Konu 3/5
Karakterler 2/5
Sürükleyiciliği 5/5
Gizem 4/5
Mantık 2/5
Şimdiiii başlayalım bakalım. Öncelikle spoilersız anlatacağım sonra (ki bu kısım çok zevkli olacak) spoilerlı bir şekilde içimdekileri dökeceğim.(ben spoiler dedim ama çok da vermemişim bence orayı da kesinlikle
Çok güzeldi..
Elantris isimli, seçilen kişilerin değişim geçirerek Tanrısallaştığı bir şehirde on yıl önce her şey tersine döner, Tanrılar lanetlenir ve olaylar gelişir.
Sandersan senin nasıl bir hayal gücün var??
Nereden başlasam bilemiyorum. Yazar sıfırdan bir uygarlık, o uygarlığa tarih, tarihinin getirdiği gelenekler vs. her şeyi vermiş. Hele kitaptaki büyü yapısı çok güzeldi.
Üç ana karakterimiz var diyebiliriz. Her birinin gelişimi, değişimi çok güzel işlenmişti. Özellikle bir karakter vardı ki.. O kadar derin bir karakter yazmak herkesin harcı değildir. Hem nefret ediyoruz hem anlıyoruz onu. Finaldeki kararı, tüm kurgu boyunca yaşadığı ikilemler falan. Son zamanlarda okuduğum en iyi yazılmış karakterden biriydi.
Kitabın dünyası da çok derindi. Bir ara koptum gibi hissettim çünkü sıfırdan bir ülke tarihi öğreniyorum gibi geliyordu ve Tarih dersim hiç bir zaman iyi olmamıştır :) Ama akışına bırakıp ayrıntılarda boğulmamaya dikkat edince kitap akıp gitti.
Vermek istenen mesajlar ince işlenmişti. Yazarın manifestosu gibi hissettirmeden çok farklı fikirleri değerlendirmeme sebep oldu kurgu.
Yazarın baba serilerine hazırlık olsun derken baya bir kitabını okumuş oldum şaka maka. Artık Sissoylu serine hazır hissediyorum. Ki Elantris de aslında seri olabilecek potansiyele sahip. Devamı çıksa bayılarak okurum.
Bir klasik olarak çok sevdiğim kitaplara iyi incelemeler yazamıyorum, kabullendim artık. O sebeple türü sevenlere şiddetle önerdiğimi söyleyerek bu incelemenin acısına son verelim.
İyi okumalar..