Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Alışveriş
Keşfet
Kitaplar
Yazarlar
Okurlar
1000Kitap Android UygulamasıÜCRETSİZ – Google Play'den indirin
1000Kitap iOS UygulamasıÜCRETSİZ – App Store'dan alın
ŞartlarGizlilikTopluluk KurallarıHakkımızdaReklam VerinİletişimKütüphanecilerDizinlerÇerez Politikası
©2024 · 1000Kitap Web Uygulaması · 2.37.26
Peter Ackroyd
Peter Ackroyd Yorumları ve İncelemeleri
Peter Ackroyd yorumları ve incelemelerini, Peter Ackroyd kitabı hakkındaki okur görüşlerini , Peter Ackroyd puanlarını 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Alıntı ve olay örgüsü bakımından zengin bir roman. Ama gel gelelim okurken yer yer sıkan yerleri yok değildi. Özellikle ana karakterin gördüğü düşler bir bölümden oluşuyor yani bir bölüm romanın kendi işleyişiyse bir bölümü Timothy’nin gördüğü düşlere ayrılıyor ama bu düşler halüsinatif düşler gibi ilerliyor sanki ben bir türlü kavrayamadım o bölümleri. Adından da anlaşılacağı gibi ingiliz müziği vb. ingiliz kültürüne odaklı bilgi vermeye ayırdığı paragraflar da bir hayli okuyanı olaydan koparıyor bana kalırsa. Timothy ve babasının birbirileri ile kurduğu bağın gücü adeta bir İngiliz Müziği gibi kulağıma çalınmadı değil. Farklı bir mistik havası vardı romanın ama her türden okura hitap edeceğini düşünmüyorum. Su gibi akan değil de biraz ağır işleyişi bulunan yoğun bir roman. Beni sonuda tatmin etmedi. Okumak konusunda karar sizin. Farklı türden romanlar ve İngiliz kültürünü seven insanlara hitap edebileceğini düşünüyorum.
Farklı bir kurgu kitap, biraz Halil Cibran'ı anımsatsa da onun kadar haz vermedi bana.
MS 3400 lerde yaşayan Platon'un Orfeus Çağına (MÖ 3500- MÖ 300), Havariler Cağına (MÖ 300-MS 1500) ve sonrasinda günümuze (MS 1500-MS 3400) gelmesiyle bir hikaye yaratılır. Herşey Platon'un magarasiyla başlamıştır ve yer altında yaşayan günümüz köstebek insanlarına bir yolculuk yapmiştır Platon. Gördüklerini anlatır mağaranın dışında yaşayan Londra insanlarına. Gercek olan nedir ozaman Magarının içindeki mi yoksa dışındaki ışık mı? Yargilanır Platon tarihi saptirdığı için. Aklansada yargilandığı şehre küsmüştur artık, gider o şehirden.
Yazarın okuduğum ilk kitabıydı ve açıkçası benim için pek de güzel bir tanışma olmadı. Kitabı okuduktan sonra nedense hiç okumamış gibi hissettim. Hiç bağdaşamadım. Konu çolk da fena değildi biraz daha üzerine düşünülseydi ve daha edebi güzel bir dil kullanılsaydı belki bir tık daha severdim ama yine de enlerime girmezdi.
Kitabın konusuna geçecek olursam, hem kuzen hem de iki yakın arkadaş olan Maud Finch ve Millicent Swallow’un yaşadığı yer olan Camborne’a Theodore Cadmus isimli bir İtalyan beyefendinin taşınmasıyla bölgede suç oranının artması üzerine yazılmış bir kitap. Polisiye tarzda yazılmış ve bu yönde biraz ilerletilmeye çalışılmış ama sonradan doğadışı unsurlara başvurulmuş bir kitap kaldı ki kitabın tam anlamıyla polisiye olmak gibi bir iddiası da yok. Olaylar birbiriyle çok bağlantısı olmadan gösterilmiş, kısa kısa kesilmiş, nerde ne olduğunu düşündürtmek yerine bir sonraki bölümde hem karakteri hem de sizi beklemediğiniz şeyler okumaya itmiş ve akışı göremediğim için de bu kitabı okumak beni fazlasıyla sıktı.
Kaderleri birbirine yabancı insanlar yazgılarının ağına düşer #londrayanıyor da…
Modern insanın toplumsal kaderi yanı başında akıp giden yaşam ile değişkenlik göstermeli, diye düşünürken gerçek başkadır.
Ackroyd aslında bu metinle, Dickens’tan bu yana farklılık göstermeyen bürokratik engelleri gösterir bize.
Zamanlar değişmiştir ancak değiş(e)meyenler çok daha fazladır. Okur, cümleleri sindirdikçe gerçekleri daha çok ayırt eder. Puslu Londra sokakları kasvetli atmosferi ile çepeçevre etrafını sarar.
Akıcı üslup ve gerçekçi anlatımı, kurgunun güzelliği… işte o da Ackroyd yeteneği.
Ben ne yaptım?
Metinler arası yolculuk sırasında zaman bir anda kırıldı ve geçmişle şimdiki zaman arasında heyecanla yol almaya başladım.
"Zaten ölümde bulacağın acıdan daha fazlasını hayatın boyunca çekmişsin..." (s.85)
Tam bir postmodern romanla karşı karşıyayız. Metinler arası gidip gelmeler, üst kurmaca, zamansal aldatma ne ararsaniz var. Kisaca beyin yakan kitaplarda bugün, ölmeden önce okunmasi gereken 1001 kitaptan da biri olan 'Hawksmoor" konuşalım!
Bölüm
Troya'nın Düşüşü
Troya'nın Düşüşü, postmodern dönemi yansıtan bir eserdir. Bu dönemde kullanılan edebi tekniklere fazlasıyla yer verilmiştir. Parodiyi ve metinlerarasılığı yazar sıklıkla romanda kullanmıştır. Romanda sorgulanan bir çok konu vardır aslında. Gerçek nedir? Gerçeğin tarihle bağlantısı var mıdır? gibi soruları yazar bize sorgulatır. Bu soruların cevabı yoktur ancak herkesin kendi gerçeği olduğunu ve bu gerçeklere göre yaşadığını okuyucu anlayabilir.
Romanda ana karakter Obermann bir arkeologtur ve Troya'ya gider. Homeros'tan oldukça etkilenmiştir. Yaşamını tamamen mitolojik hikayelere adamış ve her bir olayı onlara göre değerlendirir. Aynı zamanda eşi Sophia da onunla beraber maceralarına dahil olur. Sophia karakteri daha çok feminist teorisi açısından yoruma açıktır. Postmodern dönemde kadının yeri, kadının rolü gibi konular Sophia karakteriyle beraber yansıtılmıştır.
Bir kaç karakterle beraber romandaki akış değişir ve romanın sonu ona göre şekillenir. Genel olarak 'gerçek' ve 'tarih' kavramları okuma sürecinde sorgulanıyor. Hayatını Homeros'un eserlerine adayarak geçiren birinin gerçeğini gözlemliyoruz. Aslında her birimiz kendi gerçeğimizi yaratıyoruz ve ona göre yaşamımızı oluşturuyoruz.
ACROYD diyerek başlamak istiyorum çünkü inanılmaz bir yanlışlık var. YKY'den beklemediğim bu dikkatsizlik 3. Baskı olan bu kitapta var şaşırdım. Yazarın ismi kapağa yanlış yazılmış. Yahu siz merdiven altı yayınevi misiniz? Neyse ki arka kapak künye filan normal.
Öncelikle doktor Dee kim bir bakalım: John Dee (1527-1608) İngiliz matematikçi,
19. Yüzyıl dönemi İngiltere ' sine ait çok fazla bilgi ve tartışmaların olması bana göre kitabı boğucu bir hale getirmiş. Aksiyon yok ilginç bir kitap. 19. Yüzyıl İngiltere dönemine ilgi duyuyorsanız okuyun derim.
Hitch hakkında Türkçeye çevrilmiş on kadar kitap var (hepsini okudum) ve bunların önemli bir bölümü Hitchcock filmlerinde ne anlatılıyor, filmlerinin psikanalitik anlamları nedir temaları üzerine kuruluydu. Ama tam anlamıyla bir Hitchcock biyografisi çevrilmemişti. İlk kez bu kitapla tam bir Hitchcock biyografisine erişmiş olduk. Vakti zamanında bir Hitchcock sineması kitabını yazma konusunda epey mesai harcamış ve sonunda yazmaktan vazgeçmiş biri olarak Ackroyd'un kitabını gayet doyurucu buldum ve bilmediğim hala birçok şeyin olduğunu fark ettim. Alfa Kitap bu kitabı doğum haftamda basarak bana da fark etmeden muhteşem bir doğum günü armağanı sağlamış oldu. 20. yüzyılın en zeki 5 insanından birinin hayatını merak eden her okura tavsiye ediyorum kitabı.
İlginç bir konusu ve olay örgüsü olacağını düşünerekten almıştım bu kitabı. Ancak ne yazık ki umduğumu bulamadım.
Konusu, Küçük Camborne köyünde iki ayrı evde yaşayan, karanlık geçmişleri olmaları bir yana aynı zamanda akraba olan Millicent Swallow ve Maud Finch'in aralarındaki boş eve Theodore Cadmus adında bir İtalyan taşınır. Bu yabancının gelmesi ile birlikte köyde ölümler baş gösterir.
Bu şekilde baktığımızda bir polisiye veya gizem tarzı bir eser okuyacağını düşünüyor insan. Ancak olay örgüsü, yazarın dili beni hiç sarmadı. Hikaye ilerledikçe bu yabancının köye gelmesinin asıl amacını net bir şekilde anlıyorsunuz ancak hikaye, yabancının amacına uygun bir şekilde ilerlemiyor. Olaylar başka bir hal alıyor ve böylece ''bu kitap ne anlatıyor?'' diye kendinize soruyorsunuz.
Anladığım kadarıyla yazar, daha çok biyografi eserleriyle tanınan bir yazar. İlaveten küçük de olsa ''1984'e'' yapılan göndermeyi beğendim. Okumazsanız bir şey kaybedeceğinizi düşünmediğim bir kitap.