Haydarpaşa Lisesi'nden mezun olan Özgüç, 1950'li yıllarda Attila İlhan'ın etkisiyle birçok edebiyat dergisine şiir ve denemeler yazdı. Profesyonel gazeteciliğe geçişi 1961 yılında oldu. O yılların Artist, Sinema, Ses, Perde gibi magazin, sinema dergilerinde yazıları çıktı. Bir takım yazılarında ve bazı kitaplarında "Berna İlhan" takma adını kullandı. Türk basınında yer alan yayın organlarının hemen hemen tümünde yazıları yer aldı. Türk sinema tarihini aydınlatan binlerce belge, bilgi ve dokümanı arşivledi. 40 yıldan fazla süredir sadece yazarlıkla geçinmesine karşın, sarı basın kartını mesleğinin 40. yılında alabildi.İlk evliliğinden 2 oğlu ve 1 kızı bulunmaktadır.
Birçok kitap yazıp yayımlayan ve Sinema tarihine çok önemli katkılarda bulunan Özgüç, Mega Movie, Popüler Tarih ve Milliyet Sanat Dergisi’nde yazıyor ve kitap çalışmalarına devam ediyor.
İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü çıkışlı bir yönetmen olan Metin Erksan, bu arada da Kamera takma adıyla sinema eleştirileri yazmaktadır. Aşık Veysel'in hayatı üzerine kurduğu "Karanlık Dünya", Erksan'ın "ilk film denemesi" olmasına karşılık ilginçtir. Türk sinemasında "ilk gerçekçi köy filmi" olarak dikkati çeker. Erksan bu gerçekçi çizgiyi "Yılanların Öcü"yle (1962) ve 1964 Berlin Film Şenliği'nde "en iyi film" seçilen Altın Ayı ödüllü "Susuz Yaz''la sürdürecektir. Bu ara da bir kent filmi olan "Gecelerin Ötesi'yle de Türk sinemasın da "toplumsal gerçekçilik" adıyla yeni bir akımın oluşmasını sağlayacaktır. Erksan, gerçekte bir "tutku sinemacısı"dır. Bu "tutku", yönetmenin dünyasında bir "kara sevda"dır. Örneğin "Acı Hayat "ta böyle bir tutkuyu anlatırken, sınıfsal çelişkileri de ortaya koyar. 1965'de yönettiği "Sevmek Zamanı" ise, ne kadar soyut bir dünyayı sergilerse de bir "tutkunun şiiri"dir. "Sevmek Zamanı'nın atmosferine son derece uygun düşüp yakaladığı bu "şiirsel estetik", Metin Erksan için olsun, Türk sineması için olsun bir zirvedir. Ve "Sevmek Zamanı" Erksan'ın en kişisel filmidir.
Demek ki iki Yılmaz güneyden biri fazlaydı. Ama hangisi? içmeyince tıpkı bir "kuzu" olan Yılmaz Güney mi? Yoksa alkol aldıktan sonra kişilik değiştirip "kurt" olan Yılmaz Güney mi?
Kırsal kesimin, kenar mahallenin Türk kadını, genel yapısı içinde yalnızdır, eziktir. Erkeğini sevdiği gibi bağışlamasını da bilir. Giderek de sömürülür ve toplumun dışına itilir
Türkiye'de ilk olarak Ankara Sineması'nda kadınlarla erkekler ve Atatürk bir arada film seyrettiler. Kadınlar kendisine dönmüş ve çılgınca alkışlamaya başlamışlardı, öyle ki bir türlü filme başlayamıyordum.
Kitap Yılmaz Güney'in daha çok sinemaya atıldıktan sonraki dönemini anlatmaktadır. Çok sürükleyici bir kitap. Benim ilgimi en çok çirkin kral olarak anılmaya başladığı bölüm çekti ancak kitap genel manada devamını merak ettiğim bir şekilde ilerledi. Kısa ama etkileyiciydi. Sinemaya meraklı olan kişilerin okumak isteyebileceği bir kitap bence.
Agah Özgüç, 1932 yılında İstanbul'da dünyaya gelmiştir. Haydarpaşa lisesinden mezun olduktan sonra 1950 yılında Atilla İlhan etkisi ile birçok edebiyat dergisine şiir ve denemeler yazmıştır. 1961 yılında ise profesyonel gazeteciliğe geçmiş Artist, Sinema, Ses, Perde gibi magazin, sinema dergilerinde yazmıştır.
Türk sinema mitolojisine baktığımızda “çağına damgasını vuran on kadın” olarak Cahide Sonku, Sezer Sezin, Muhterem
Nur, Neriman Koksal, Leyla Sayar, Belgin Doruk, Fatma Girik, Türkan Şoray, Hülya Koçyiğit ve Müjde Ar’ı görürüz...
diyen Özgü adı geçen sanatçıların özelliklerini anlatıp sinematografilerini yazıyor.
Agah Özgüç tarafından kaleme alınan bu bu kitap Yılmaz Güney'in hayati ve ozellikle sinema hayatını konu alan güzel bir biyografik eser. Filmleri hakkında fikir sahibi olmak isteyen arkadaşlara tavsiye ederim. Yılmaz Güney hakkında ilginç bilgiler mevcut .Iyi okumalar...