Duygu kavramı her nedense hep beden dışında, soyut ve gizemli-kapalı bir durum olarak, bilimsel bilginin alanı dışında düşünüldü. Fakat Damasio, beynin, sinirsel haritalar şeklinde beden etkinliklerinin sayısız görünümünü resmetmek için uyumla çalışan bazı görevli bölgeleri kullandığını söyleyerek duygunun-hissin biyolojik, bedenseş bir olgu olduğunu ortaya çıkararak bu yaygın yanlış algıyı değiştirdklerini belirtiyor. Beyine sinyalleri getiren kimyasal ve nöronal kanallar, tuvale yansıyan renkler gibi yaşam portresini oluşturur. Nasıl hissettiğimiz artık o kadar gizemli değildir. Peki, niçin önemlidir hisleri ve kaynağını anlamak? Bu ne işe yarar? Cevap: “Hislerin ve onların öncülü olan duyguların nörobiyolojisini aydınlatmak, kim olduğumuzu anlamada merkezî önemi olan zihin-beden sorunsalı hakkındaki görüşlerimize katkıda bulunur. Duygular ve ilişkili tepkimeler bedenle, hisler ise zihinle koşut işler. Düşüncelerin duyguları nasıl tetiklediği ve bedenseş duyguların his adını verdiğimiz düşüncelere nasıl dönüştüğünün araştırılması, zihin ve beden, tek ve sorunsuzca iç içe geçmiş hâldeki insan organizmasının açıkça farklı iki görünümüne ayrıcalıklo bir bakış açısı sağlar.” Bu bilgiler ışığında artık duyguların, hislerin sâdece psikolojik, sanatsal ve felsefî ve hattâ gündelik dedikoduların malzemesi olmadığını; bizzat doğamızla, biyolojimizle, akıl ve ruh sağlığımızla ilgili yaşamsal kavramlar olduklarını rahatça anlayabiliyoruz. Damasio’nun da belirttiği gibi, Spinoza, bunun farkında olan ilk filozoftu, demek yanlış olmaz.