Yolumuza çıkan her engelin veya yaptığımız her hatanın illa
bize hayrı dokunacak bir yönü vardır Şefim, dilerim ben de hatamdan gereğince yararlanmayı başarırım.
Şeyh Sait din elden gitti diye bas bas bağırırken, ezanlar da okunuyor, namazlar da kılınıyor, Cuma'lar da tıklım tıkış doluyordu, diye anlatmıştı babam...
Fazla para yaramaz insana. Allah yoluna baş koydun mu, dünya nimetlerinden uzak duracaksın. Yok, madem gelmişim bu dünyaya, tadını çıkarayım diyorsan, o zaman da dindarlık taslamayacaksın. İkisi bir aradaysa, vardır bu işin bir melaneti.
Hayvanları sürekli artarmış çünkü bizim cahil köylüler, Şeyh aracılığı ile cennette yer edinmek için, koyunlarını kuzularını hediye eder dururlarmış, Şeyhe.
Abdülhamid, Kürtlerden ordu kurmuş, Türkler suçlu. Orduların başına Kürt beylerini paşa tayin etmiş, Türkler suçlu. Onlara armağanlar,
rütbeler, madalyalar vermiş yine Türkler suçlu. Hatta şimdi söyletme beni, Ermeni topraklarını peşkeş çeken Osmanlı değildir. İkiyüzlü İngiliz, üstünde birlikte yaşadığınız toprakları, kendi malıymış gibi hem Ermenilere hem Kürtlere söz vermiş aynı anda. Ermenilerle birbirinizi yemişsiniz, bu da Türklerin suçu olmuş! Ermenilerden boşalan yerlere güle oynaya konaklayan Kürtlerin vebali de Türklerde...
"Köylü, kasabalı ya da şehirli, ortak bir kaderimiz var biz kadınların. Sonunda ayvayı yiyen hep biz oluyoruz. Bak sen dört yılını yakmışsın, o adamı beklerken."